Solun Firarî Namusu!
"Solun namusu"yla ilgili ilk espri, 1978'de Tercüman yazarı Rauf Tamer tarafından yapılmıştı.
Kitabın çıktığı günleri hatırlıyorum; ama kitabı okuduğumu hatırlamıyorum.
Çünkü zaten o günlerde Rauf Tamer'i her gün okuyorduk.
O da bizim kadar yakından olmasa da sola bizim baktığımız noktadan bakıyordu.
O yıllarda solcuların namuslu olmaktan daha mühim işleri vardı!
Devrimciler, o günlerde "namus"u da maneviyatın diğer unsurları gibi "burjuvazinin oyunu" olarak görüyordu.
Çünkü hücre evinde cinsel tabu devirmek, tarım ülkesinde burjuva devirmekten daha kolaydı.
Değer tanımaz "Nihilist" felsefe, Ortadoğu tarihindeki "Mazdek" "İbahiyye" gibi mezheplerle kuytularda senteze girmişti.
"Yârin yanağından gayri her şeyde ortak" sloganı, fikir evreninde yankı bulmuş; ama bekar evine girince "yar yanağı" da menüye dâhil edilmişti!
1980'de Refik Özdek "Hücre K" adlı romanında, devrimci hücre evlerindeki lümpenliği ve düşkünlüğü gözler önüne seriyordu.
Yurtsever Anadolu çocuklarını tenzih ederek; Can Dündar gibi iflah olmaz Ülkücü düşmanlarına yazıyorum!..
Defterleri açmayalım diyoruz; ama vatanını sevmekten başka hiçbir suçu olmayan insanlara hala işkence düzeyinde iftiralar atılıyor.
70'lerde Solcular arasında, Ülkücülerle ilgili yalan söylemek mubah, MHP'ye karşı kara propaganda yapmak, adeta kuraldı.
İşin içine şark kurnazlığı da girince tartışarak sonuç almak imkânsızdı.
Biz bugün, 47 yıl sonra yine aynı çizgideyiz ve milletimizin gönlündeyiz.
Solun namusu ise yine firardadır.
Bir süredir Can Dündar'ın Atlantik cephesine doğru gidişinin sebeplerini, ihanetinin kaynaklarını, sürecin başlangıcını araştırıyorum.
O'nun, "Derin devlet, Kontrgerilla, Susurluk" konulu belgesellerini izliyorum. Atlantik ötesi ihanete dair ipuçları arıyorum.
Bulduğu her fırsatta üç dört kriminal isim üzerinden Ülkücülere, MHP'ye vurdukça onun meslek ahlakından da fikir namusundan da tiksiniyorum.
12 Eylül öncesinde, onlarca silahlı fraksiyona karşı tek başına direnen ve 3600 şehit veren Bozkurt yüreklilere yapılan haksızlık karşısında susamıyorum.
Araştırma esnasında gözüm, Can Dündar'a şöhret yolunu açan diğer belgesellere kayıyor.
Sonra, usta bir belgeselci olan Banu Avar'ın "CIA operasyonu" dediği "Mustafa" ya, "Sarı Zeybek"e bakıyorum. Bir de o günlerden bugüne gelinen noktaya bakıyorum.
İşin başında darbecilerinin, solcuların; dönmelerin ve liberallerin Milliyet'inde, 27 yıl yurt dışı görevi yapmış Mehmet Ali Birand var.
O'nun Can Dündar'la birlikte yaptığı "Demir Kırat" Belgeselindeki ağdalı "demokrasi" edebiyatına takılıyorum.
Sonra Susurluk, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Askeri Casusluk Davası ve bilumum FETÖ kumpaslarındaki Amerikan parmağı…
"Bu nasıl sol" diye kendi kendime soruyorum.
Can Dündar, iki kez "Özel Harp Dairesi" Belgeseli yapmış.
Biri Özal'la başlayan "Seküler Liberalizm" dönemine hitap ediyor. Diğeri de "FETÖ'cü Yeni Türkiye" milislerinin "Kozmik büro"ya sızmasından hemen öncesine denk geliyor.
Dündar milli sırlara karşı "cesur savcı" çağrısı yapıyor.
Ardından, 70'lerin ünlü Türk düşmanı Delaware Senatörü, ABD başkan yardımcısı Joseph Biden geliyor gözümün önüne…
Basın özgürlüğü çağrısı yapıyor!
FETÖ tarafından durdurulan MİT TIR'larındaki silahların fotoğraflarını yayınladığı için o sırada hapiste olan Can Dündar'ın oğluna: "Çok cesur bir baban var" diyerek başını okşuyor.
Dündar, Kontgerilla belgeselinde, Ecevit'in ağzından bir anekdot almış onu tekrarlayıp duruyor.
Gel gelelim, Dündar'ın babasının eski patronu ve lojman komşusu Emekli MİT Müsteşarı Nuri amcasına göre: "Kontrgerilla diye bir şey yok!.."
Bana göre de böyle bir "düşman kurum algısı" casusluk ve ihanet!..
Bu siyasi anksiyete bozukluğu, hapishanede intihar eden Amerikan casusu bir Kurmay Albay'ın Ecevit'e bulaştırdığı bir siyasi virüsten başka bir şey değil…
Gerilla aşığı namussuzların "Kontrgerilla" diye ispiyon ettiği birlik, şu sıralar halkın gönlünde taht kurmuş olan "Özel Kuvvetler Komutanlığı"nın ta kendisi…
Genelkurmay'ın emrinde MİT'le koordineli çalışıyor ve Türk vatanına, üst düzey yakın koruma sağlıyor.
Yani Türkiye'yi kazadan, beladan, ihanetten koruyor.
15 Temmuz gecesi, Astsubay Ömer Halisdemir, bu birliği Komutanı Zekai Aksakallı'nın emriyle darbecilerden kurtarıyor.
Sonra da Özel Kuvvetler, önce Türkiye'yi sonra da hızını alamayıp Cerablus-Azez-El Bab üçgeninde Türkiye'nin namusunu kurtarıyor!
Atlantik beslemeleri dağılıyor; ihanet cephesi çöküyor. Gladio davası, Kontrgerilla dedikodusu bitiyor.
Sol bu sefer de FETÖ'cülerle birlikte kendini önce Amerika'nın sonra Avrupa'nın kollarına atıyor!
Milletler mücadelesinin çürük askeri, enternasyonal sol, yıllardır bir kucaktan öbür kucağa geziyor!
Olan, her gördüğü sakallıyı "Che Guevara" zanneden memleketin samimi, sosyal adaletçi evlatlarına oluyor!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.