FİRAVUNUN SARAYINDAN CUMHURBAŞKANLIĞI SARAYINA
Lüks eşyalara, arabalara, yatlara, katlara bin odalı saraylara ve gökdelenlere sahip olmak firavunluğu temsil eder. Hz. Musa tarafından dine davet edilen Firavun da ihtişamlı bir saraya ve saymakla bitmeyen bir hazineye sahipti. Fakat bunca serveti onun helâkine sebep oldu; Neticede Kızıldeniz’de boğuldu gitti. İnancımıza göre gaybı ancak Allah, bir de Allah’ın bildirdiği kulları bilebilir. İşte kendisinse gayb hakkında bilgi verilen seçkin kulların başında sevgili Peygamberimiz gelir. O İslam ümmetinin mal biriktirme, lükse, israfa düşkünlük ve servet tutkusu yüzünden helâk olacağını Allah’ın bildirmesi ile bilmiş ve şöyle buyurmuştur: “Her ümmetin bir bozgun sebebi vardır. Benim ümmetimin bozgun sebebi de maldır.” buyuruyor. Yine bir başka hadis-i şerifte: “Kişinin mal ve düşkünlüğünün dinine getirdiği zarar, sürü içine dalmış kurtların koyunlara getireceği zarardan daha büyüktür” buyuruyor. Başka bir hadislerinde ise: “Allah’a yemin ederim ki, ben sizin için fakirlikten korkmuyorum. Sizin adınıza beni korkutan şey şudur: Sizden önceki topluluklar gibi dünya nimetleri ve imkânları önünüzde birikecek ve bu nimetler yüzünden çekişme ve didişmeye gireceksiniz de önceki topluluklar gibi mahvolacaksınız.” Nitekim Halife Osman döneminin dünya malına düşkünlüğünü gören büyük sahabelerden Abdurrahman b. Avf şöyle diyordu: “Bizler zorluk ve ıstıraplarla denendik sabredebildik de, bolluk ve refahla denenince başarılı olamadık.” (İbn Mübarek, Kitabu’z-Zühd, 182) Yine Sevgili Peygamberimiz âhir zamanda dini midesine alet edenlerin çıkacağını belirterek şöyle demiştir. Ebu Hureyre’nin nakline göre Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Kıyamete yakın bir takım topluluklar türeyecek, bunlar dini vasıta kılarak dünyayı yiyecek, dini midesine alet edecek. Sözleri şekerden tatlıdır. Fakat kalplerinde birer canavar gizlenmiştir. Adalet-i ilahiyenin tecelli edeceği gün Allah(cc) onlara şöyle hitap edecektir: “Siz benimle mi gurura kapıldınız, yoksa bana karşı mı cüretkar davrandınız.” (Tirmizi) Sevgili Peygamberimiz düğün davetine icabet eder (Tebarani), hastaları ziyaret eder ve cenazelerde bulunurdu. (Tirmizi, İbni Mace, Hakim Düşmanların arasında tek başına nöbetçi olmaksızın gezerdi.(Tirmizi, Hakim) Dünya işlerinden onu korkutup ürkütecek hiç bir şey yoktu. (Tirmizi) Bulduğunu giyerdi. Bazen Yemen’de imal edilen bir kürk giyerdi. Bazen şemle tabir edilen bir elbise, bazen yünden yapılmış bir cübbe giyerdi. (Ahmed) Eline geçen bineğe binerdi. Bazan ata, bazen deveye, bazen kızıl bir katıra, bazen merkebe binerdi. Bazen yaya, yalınayak, abasız, sarıksız yürürdü. (Müslim, Buhari) Medine’nin uzak yerlerinde olsa dahi hastaları ziyaret ederdi. Güzel kokuları severdi. (Müslim, Buhari) Kötü kokuları sevmezdi. (Müslim, Buhari) Fakirlerle otururdu. (Nesâi) Miskinlerle yemek yerdi. (Ebu Davud) Ahlakında fazilet ehli olan kimselere ikramda bulunur, şeref ehliyle yakınlık kurar, kendilerine ihsanda bulunurdu. (Buhari) Akrabalarına sılayı rahim yapar, fakat onlardan daha üstün olan kimseye onları tercih etmezdi. (Tirmizi) Hiç kimseye cefa vermezdi. (Hakim Özür dileyenin özrünü kabul ederdi. (Ebu Davud, Tirmizi) Mübah oyunları görür, yasaklamazdı. (Buhari, Müslim) Eşiyle yarışırdı. (Ebu Davud, Nesai) Yanında sesler yükseldiği halde sabrederdi. (Buhari) Fakirliğinden veya kötürümlüğünden dolayı hiçbir kimseyi hakir görmezdi. (Buhari) Hiç bir padişaha, padişahlığından dolayı, itibar etmezdi. Fakiri ve padişahı eşit bir şekilde Allah’ın varlığına ve birliğine davet ederdi. Bir gün adamın biri O’nu ziyarete gelmiş, huzuruna girince titremeye başlamıştır. Bunu gören Peygamberimiz: ”Arkadaş! Titreme, ben bir hükümdar değilim. Ben Kureyşten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum” diyerek misafirini rahatlatmış ve alçak gönüllülüğün en güzel örneklerinden birisini vermiştir. Hazreti Ömer, Resûl-i Ekrem’in odasını şöyle anlatıyordu: “Resûl-i Ekrem’in sırtında bir ihramı vardı. Bir tarafta çıplak bir sedir, üzerinde deriden bir yatak, bir köşesinde bir avuç yulaf, bir post, boş bir su tulumu gördüm.” Bu görünüş karşısında ağladım. Resûl-i Ekrem sebebini sordu: “Üzerinde yattığınız yatak, vücudunuzun üzerinde iz bırakmış. Bütün malınız bu oda içinde. Kayserler ve Kisralar, dünyanın bütün zevkini sürdükleri halde, siz, Allah’ın peygamberi, böyle bir hayat geçiriyorsunuz!” diye cevap verdim. O zaman, Resûl-i Ekrem:”Ey Hattapoğlu! İstemez misin ki, bu dünya onların olsun, âhiret nimeti de bizim olsun!” buyurmuştu. Sevgili Peygamberimiz (SAV): “Dünya eşyasının bana ne lüzumu var? Benim, dünya ile alâkam, yolunda giderken bir ağaca rastlayan, öğle vakti dinlenmek için o ağacın gölgesine sığınan, sonra yine yoluna devam eden bir yolcunun alakası gibidir” derdi. Hz. Âişe diyor ki: “Peygamberimizin vefatı zamanı, evimizde yiyecek olarak, bir miktar yulaftan başka bir şey yoktu.” Sevgili Peygamberimiz: “Bu dünyada bir misafire bu kadar eşya kâfidir” derdi. Hâlbuki devletin hazinesi, Resûl-i Ekrem’in emrindeydi. Fazla olarak, kendisine ashabın zenginleri, her şeyi seve seve sağlarlardı. İslâm tarihçileri derler ki: “Cenâb-ı Hak, bütün dünyadaki hazinelerin anahtarlarını ona vermiş, fakat o reddetmişti. Evet! Mevlâna hazretlerinin deyişiyle dünya hayatı rüyada define bulmaya benzer, uyanınca bakarsın ki ne altın var ne de gümüş; İnsanoğlu da ölümle dünya uykusundan uyanır ama ne çare ki yapacak bir şey kalmamıştır… Servet ve bin küsur odalı saray tutkunlarına it’af olunur… Muharrem Günay SIDDIKOĞLU
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.