Yaşlılarımız onurumuzdur
Bizim yaş grubumuz, Milli Mücadele’yi vermiş neslin birinci torunlarıdır. Ben Sarıkamış Harekatı’na katılmış ve Sibirya’da 3 yıl esaret yaşamış, babamın babası olan Şevki dedemi hiç görmedim. Aynı şekilde annemin babası olan “Rıfat Çavuş” lakaplı dedemi de hiç tanımadım. Annemin annesini hayal meyal hatırlıyorum.
TORUN OLMA ONURU
Babaannemi kaybettiğimizde 15 yaşındaydım, torun olmanın nasıl bir duygu olduğunu sadece onunla yakaladım. Tam bir Osmanlı kadını idi. Dedem Sibirya dönüşü soğuktan üşüttüğü ayaklarının kangren olması ile erken yaşta hayatını kaybetmiş, geriye 3 kız, 3 erkek 6 yetim bırakmış. Ninem, o günün şartlarında hem babalık, hem annelik yapmış. Çok büyük, çok derin, onur ve gurur duyduğumuz bir hikâyedir. Rus işgalini görmüş, Ermeni zulmüne tanık olmuş, seferberliği yaşamış bir kadındı. Okuma yazması yoktu, ama hem ailemizin, hem mahallemizin bilge kişisiydi. Her şey ona danışılır, her sözü emir sayılırdı. Babam, annem, halalarım, amcalarım gözünün içine bakar, saygıda kusur etmedikleri gibi, kelimenin tam anlamıyla el üstünde tutarlardı.
TARİHİN CANLI ŞAHİDİ
En yakınında bulunan torunlarından biri olma şansına sahiptim. Tarihin canlı şahidiydi, yaşadıklarını hüzünle anlatırdı. Bugün geriye baktığım zaman hep, “keşke yaşım ve imkânlarım, anlattıklarını daha iyi anlamaya, kayıtlarını tutmaya ve değerlendirmeye yetseydi” diye düşünür ve üzülürüm. Her biri ayrı bir hayat felsefesi olan sözleri, öğütleri, davranışları her zaman rehberim olmuştur. Birçok sözünü, birçok öğüdünü bugün ben de kendi çocuklarım, kendi yakınlarım için kullanırım. Her biri kendi yağında kavrulan, ekmeğini taştan çıkaran fertlerin oluşturduğu, geniş bir sülalede büyüdüm. Sülalemizde yaşları ilerlemiş, sağlık durumları sorun çıkarmaya başlamış olsa da, büyüklerimiz her zaman özel bir yere sahiptir. Zaten sayıları çok azaldı. Her bayramda, özel günlerde, kandillerde ilk işimiz onları aramak, mümkünse ziyaret etmek ve dualarını almaktır.
BABAMDAN ÖĞRENDİKLERİM
Annemi 13 yıl önce kaybettim. 89 yaşındaki babam hayatta ve gayet sağlıklı. 7 kardeş olarak büyüdük. Babam küçük bir orman memuruydu, ama tek gelirimiz maaşı değildi. Hayvancılık yapardık. 4 kız kardeşim evde halı dokurlardı. Biz erkek çocuklar hayvanlara bakmanın dışında, okulların tatil olduğu günden açıldığı güne kadar hep çalışır, aile bütçesine katkı yapardık. Alın teri ile kazanmayı, helali, haramı, hakkı teslim etmeyi, hakkını almayı, mazlumu korumayı, haksıza diklenmeyi, ülkesine ve milletine bağlılığı, bugün bizi biz yapan, hayata dair her ne biliyorsam, babamdan öğrendim.
YASAK, ONLARI KORUMAK İÇİN
Bu anlattıklarım eminim birçoğumuz için tanıdık geliyordur. Aslında bütün bunlar Türk milletinin genelinin özetidir. Büyüklerimiz bizim kılavuzumuz, hayat kaynağımızdır. İmanımız da, örfümüz de, ahlakımız da, vicdanımız da, onlara saygılı olmayı, onları korumayı, onların bilgisinden, tecrübesinden faydalanmayı emreder. Koronavirüs şerrinin hayır olan tarafı, belki de onları tekrar hatırlama, tanıma ve ilgilenme imkânı vermiş olmasıdır. 65 yaş ve üstü vatandaşlarımız için sokağa çıkma yasağı konulması tamamen onları korumak ve bu virüs belasından uzak tutmak içindir. Bunu başka türlü değerlendiren, başka türlü davranan, başka türlü yaşayan ve yaşatanlar ağır vebal altındadır.
YARDIMCI OLMAK GÖREVİMİZ
Ne yazık ki gelişen ve değişen hayat şartları, yaşlılarımızla birlikte yaşama imkânını ortadan büyük ölçüde kaldırmıştır. Bu durumdan fazla şikâyetçi olmasalar da, bir burukluk yaşadıkları muhakkaktır. Bir de buna onları tecrit etme, eve kapatıp tamamen kendi başlarına terk etmeyi eklersek, ayıp ederiz ve büyük yanlış yapmış oluruz. Devletimiz her imkânı ile yaşlılarımızın yanında olmaya çabalıyor, ama bu yetmez. Bizim insan olarak, onlara borcumuz var. Aramak, sormak, ilgilenmek, istek ve taleplerini ciddiye almak ve mümkün olduğu kadar yerine getirmek hepimiz için asla ihmal edilemeyecek bir görevdir.
NE EKERSEN, ONU BİÇERSİN
Kızgın olabilirler, kırgınlık yaşayabilirler, fevri davranmaları da muhtemeldir. Ama bizim onlara küsmek, uzak durmak, özellikle de kötü davranmak gibi ne bir hakkımız var, ne de böyle bir şeyi kabul ederiz. Sosyal medyada karşılaştığımız bazı manzaralar insan olan herkesi derinden yaralamıştır. Bir yaşlıyı görüp de empati kurmayan, kendi büyüklerini hatırlamayan, daha da önemlisi kendi geleceğini düşünmeyen büyük yanılgı içindedir. Onlar millet olarak bizim geçmişimizi temsil ediyorlar, ama insan olarak yakın geleceğimizi bize hatırlatıyorlar. Allah ömür verirse, hepimizin varacağı yeri bize gösteriyorlar. Ne ekersek, onu biçeceğimizi unutmayalım. Yaşlılarımızın evde kalmaları kendi sağlıkları içindir. Ama onların da bir hayat yaşadıkları, ihtiyaçları olduğu, hatta yanlış ve hata yapabilecekleri unutulmamalıdır. Kırmadan, dökmeden, üzmeden, üzülmeden onlara anlatmak, ikna etmek ve her durumda yardımcı olmak, bizim insanlık vazifemizdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.