Anılarla… Başbuğa Selam ve Dua
Başbuğ Alparslan Türkeş'i 1975'ten 1980'e kadar pek çok mitingde kürsüde gördüm. Kayseri Mitinglerini kaçırmadım. 1977'de Necip Fazıl'ın konuşma yaptığı mitingde de vardım.
Tandoğan'daki 15 Nisan 1978 tarihli meşhur "Uyarıyoruz" mitingine de çiçeği burnunda sürgünler hep birlikte gitmiştik.
Ama Başbuğ'umu 1985'teki tahliyesinde bir baba gibi sevdiğimi, babamdan sonra ilk kez bir adamı gerçekten saydığımı fark etmiştim.
Kavga devrinin 5 acılı yılının üzerine gelen 5 çileli yıl boyunca henüz terimiz soğumamıştı. Bazıları kendilerinin içeride olmasından Başbuğu sorumlu tutarken biz, Başbuğumuzun içeride olmasından kendimizi sorumlu tutuyor, kendi kendimize hisleniyorduk.
Özlemiştik O'nu…
***
Oran'a Çıkışımız
Tarih: 9 Nisan 1985, Başbuğ'suz geçen bunaltıcı yılların artık sonundayız.
Tahliye haberini erken almıştık almasına da... Konseyin son eziyetlerine de hazırlıklıydık.
Dışkapı Askeri Mevki Hastanesinin önündeki bekleyişimiz, karanlığa kalmıştı. Ama varlığımızla Konseye bir şeyler anlatmak istiyor, kalabalık azalmasın diye tuvalete bile gitmiyorduk.
İçeriye giren her arabayı kendimizce denetliyor, çıkanı gözetliyorduk.
Bir ara ilerlemiş yaşına rağmen bir cami kapısı gibi dimdik duran Osman Bölükbaşı'nın elini öptük.
Bu arada biz ana kapıda bekleyeduralım Başbuğ'u arka kapıdan kaçırmışlardı bile…
Artık içimizdeki vuslat heyecanı, merak duygusu, kurtuluş sevinci, nöbet teslimi sorumluluğu, huzura çıkma kaygısı ve en derindeki Başbuğ hasretiyle Oran'a doğru fırladık.
5 yıl önceki yüz binlerden Ankara'da geriye üç beş yüz kişi kalmıştı.
Bu yüzden teşkilatın nöbet geleneğini sürdüren gençleri, izdihamı önlemekte fazla zorlanmıyordu.
Sıra vardı. Merdivenin sağından çıkan solundan iniyordu. Salonun iç kısmında Başbuğ tek başına oturmuş, geçmiş olsun dileklerini kabul ediyordu.
Acaba Başbuğ, yetiştirdiği Bozkurtların ne kadarını bekliyordu?
Bu kadarı için acaba ne düşünüyordu. Daha iyi bir tablo mu bekliyordu. Yoksa bu kadarı bile O'nun için beklemediği bir sürpriz mi olmuştu?.
Başbuğun aklından bunlar geçiyor olmalıydı.
***
Başbuğ'un Bozkurtları
Sonunda O'nu gördüm. Sanki Ergenekon'dan çıkmış bir "Baba Bozkurt" salonda "yavrularını" bekliyordu!..
Yüzü her zamankinden beyazdı, sakin ve nurluydu. Alnının tam ortasına kırmızı bir benek vardı. Heyecandan önce bir anlam veremedim. Sonra "kurban kanı sürdüklerini" akıl ettim.
Tarihte ilk kez, girdiğim bir sıra bu kadar hızlı ilerliyordu. Sırayı tahrif etmek, edepsizlik, yalandan sohbete girmeler filan, mümkün müydü?
Sanki günlerce prova yapmış bir merasim bölüğü gibiydik. Her saniye beni başbuğuma yaklaştırıyordu.
O'nu o kadar özlemiştik ki ve her kes bunu o kadar iyi biliyordu ki; hiç kimse önünde bir kaç saniyeden fazla durmuyordu.
Sıram geldiğinde daha eline doğru eğilirken konuşmaya başladım…
"Allah sizi başımızdan eksik etmesin efendim."
Dertlenme, hasret, şikâyet, dua hepsi birbirine karışmıştı.
"Teşekkür ederim evladım" dedi.
Ona küçücük bir moral verebilmek için geri geri yürüyüp,odadan Osmanlı usulü çıktım.
Olana bitene rağmen "Bozkurtlarının disiplinini koruduğunu" kendimce anlatmaya çalışıyordum.
***
Onsuz Yıllar
Başımızda olmadığı yıllar, gerçekten de çok sıkıntılı geçmişti. Konsey bizi fena dağıtmıştı ama inatla direniyorduk.
Şimdi Başbuğ çıkmıştı ama abilerden yaşı gelip de evlenip barklananlar, işi gereği tayin olup gidenler, çoluk çocuğa karışanlar ve hala içeride olup da çıkmayanlar.
Çıkıp da ticarete atılanlar,menzili kısaltıp da hidayete ulaşanlar!..
Teşkilatın gençlerin eline kaldığı bu yıllarda Devlet Bahçeli ismi, bu tabloyu aydınlatan bir ışık gibi öne çıkmıştı.
Devlet Hoca, kapısına geleni geri çevirmiyor, kentten geleni de köyden geleni de dertten geleni de bugünkü gibi ayakta karşılıyordu.
Biz Dil Tarih teşkilatı,3 otobüsle Abant'a "yol seminerine" giderdik.
"Devlet Hoca"nın Akademili öğrencilerinin 7 otobüsle Kurtboğazı'na gittiklerini hatırlıyorum. Gazi'nin haklı şöhreti, o yıllardan kalmadır.
3 kişinin bir araya gelmesinin yasak olduğu dönemi atlatınca Eskişehir'e Sazak köyüne gitmeye başladık. Rahmetli Gün Sazak'ı ve şehitlerimizi anıyorduk.
***
Ve 4 Nisan 1997
Başbuğ'un cenazesine Gölcük'ten kaloriferi yanmayan bir teşkilat otobüsüyle ve "nasıl olsa bahar geldi" diye, su geçiren bir ayakkabıyla katılmıştım. 36 yaşındaydım.
Acımıza karışan bu sıtmalı yolculuk çilesi, benim Başbuğumdan aldığım son ders oldu.
Sabaha karşı eve girdiğimde saçlarımla ayaklarım hala ıslaktı;ama üşümüyordu.
Beni en az on yaş gençleştiren bu son dersinde Başbuğ yine, "Ocaklılar yetişin!" diyordu.
Başbuğ'un en büyük vasiyeti, "Ocaklılar Yetişin" komutuydu.
Nur içinde yat Başbuğum…Emanetin emin ellerde…
Allah'ın selamı ve rahmeti üzerine olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.