12 Eylül, Mamak ve İşkence...
Mamak´taki başkaldırı, akıl almaz işkencelerle sonuçlandı... Sabahın karanlığında başlayan dayak akşama dek sürdü. ´Emir altında´ gençlere cop indiren "Askerler bile gözyaşlarını tutamadı.."
Askerler coplarken hıçkırarak ağlıyordu Ağustos 1978´de idam cezasına çarptırılan İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu, Türkiye´nin en iyi korunan cezaevlerinden biri olan Mamak Askeri Cezaevinden firar etmişlerdi. Olay, Türkiye çapında büyük yankı uyandırdı.
Firarın Mamak Askeri Cezaevindeki yankısı ise farklı oldu. Ülkücüler, Mamak Askeri Cezaevinden kaçmanın mümkün olmadığına inanıyorlardı. Dışarıdan da sağlıklı haber alamıyorlardı. Bu yüzden arkadaşlarının gizlice götürülüp idam edildiğini düşündüler. Ortaya atılan bu iddia, dalga dalga bütün koğuşlara yayıldı:
- Armağan ve Pehlivanoğlu idam edildiler.
Kaçtıkları doğru değil.
Ortalık alabildiğine karıştı. Mamak´ta büyük bir başkaldırı başladı. Ülkücüler, 28 ve 29 Ağustos´ta askerleri koğuşlara sokmadılar ve sayım vermediler.
Artık hiçbir emri yerine getirmiyorlar, sürekli olarak slogan atıyorlardı. Cezaevinde otorite tamamen yok olmuş, koğuşların idaresi ülkücü gençlere geçmişti.
O günlerde direnişin en yoğun olduğu yer A Blok´tu. A Blok´un 1, 2, 3 ve 4. koğuşlarında ülkücüler, 5,6,7 ve 8. koğuşlarında ise solcular kalıyordu. 1, 2, 3 ve 4. koğuşların demir kapılarına ranzalarla barikatlar yapılmıştı. Bu koğuşlardan sürekli olarak marşlar yükseliyordu. İçeride 150´ye yakın ülkücü vardı. Esat Bütün, Hayrullah Çalık, Mustafa Çürük, Cafer Birtürk ve Tahsin Bora gibi isimler, o günlerde direnişe geçenler arasındaydı.
KOMUT GELDİ: TAM SİPER
Nihayet cezaevi idaresi zorla koğuşlara girmeye karar verdi. Operasyon, 30 Ağustos akşamı, koğuşlara gaz bombası atılmasıyla başladı. Ortalık yangın yerine dönmüştü. İçerideki gençlerin bir kısmı gazdan korunmak için camlara koştular. Diğerleri de battaniyeleri ıslatarak altlarına girdiler. Ancak, bu koşuşturma sırasında izdihamdan yaralananlar oldu.
Gaz bombalarının ardından kapılar kırılmaya başlandı.
Koğuşlara giren askerler, içeridekileri ite kaka dışarı çıkarıldılar. İlginçtir, operasyon sırasında ciddi bir dayak olayı yaşanmadı.
Gençler, sadece "havalandırma" adı verilen bölgeye çıkarıldılar ve sabaha kadar ayakta bekletildiler.
Bu işte bir gariplik vardı!
Saatler saatleri kovalıyor, beklenen tepki bir türlü gelmiyordu. Oysa, İç Hizmetler Nizamnamesi´ne göre çok büyük bir suç işlemişlerdi.
Sadece koğuşlar didik didik ediliyor, toplanan kitaplar havalandırmaya getirilip, ateşe veriliyordu.
Bekleyiş sabah 06:30´a kadar sürdü. 06:30´da sert bir komut duyuldu:
- Tam siperrrr...
Herkes yüzükoyun yere uzandı. Cezaevi idaresi, her koğuş için 6´şar kişilik 3 manga hazırlamıştı. Onlar gençlerin arasına dağılarak tek tek "kasatura falakası" takmaya başladılar. Askerler telaşlıydılar. Belli ki çok net bir emir almışlardı. Her bir gence 5 dakika içinde en az 100 cop indirdiler.
Üstelik, gençlere falaka takılmasına rağmen, sadece ayaklarına vurulmuyor, farklı bir metot uygulanıyordu.
Kafalarına ve vücutlarının her yerine copla vuruluyordu.
Copları kullanan erler ve onbaşıların başında İç Emniyet Amiri İsmail Yüzbaşı vardı.
Yorulan manga değiştiriliyor, dayak devam ediyordu. "Kasatura falakası" akşama kadar sürdü. Gençlerin vücutlarının her yeri morarmış ve kararmıştı. Dayaktan bayılanlar olmuştu.
Sabah gün ağardığında başlayan dayak bittiğinde saatler 16:30´u gösteriyordu. Üstelik, bir damla su içmemiş ve yemek yememişlerdi. Bırakın dayağı, Ağustos sıcağında güneşin altında akşama kadar yatmak bile başlı başına bir işkenceydi. En çok dayağı da Koğuş Başkanı Mehmet Yamtar Çelik ile koğuş hocası Hayrullah Çalık yemişti. Çünkü, cezaevi idaresi onları "elebaşı" olarak görüyordu.
´YARANIZI SARIN SESİNİZİ KESİN´
Dayağın ardından biraz dinlendirildiler ve ardından "koğuşlarınıza gidin" emri geldi. Koğuşlara gitmek için uzunca bir koridordan geçmeleri gerekliydi. Oysa onların yürüyecek takatları bile yoktu. Üstelik, koridorun iki yanına birer manga asker dizilmiş, her birine sıkı sıkı tembih edilmişti:
- Acımayacak, bütün gücünüzle vuracaksınız. Aksi halde askerliğiniz bitmez. Buradan zor çıkarsınız.
Ülkücü gençler sürünerek koridora girdiklerinde askerler üzerilerine saldırdı. Vücutlarının her yerine acımasızca vuruyorlardı. Kaçmak ve geri dönmek isteyenleri ise, başkaları bekliyordu. Koridoru geçip, koğuşlara girene kadar onlarca cop darbesi yediler.
Bu sırada bazı askerler hıçkırarak ağlıyorlardı.
Kendilerine verilen emri yerine getirip, acımasızca vururken, vicdanları yaş olup gözlerinden akıyordu. O gün, Mamak Askeri Cezaevi öyle bir zulme tanıklık etti ki, öyle bir eziyet yaşandı ki... Orada vatani görevini yapan erler bile isyanlarını saklayamadılar.
Gözyaşlarıyla açığa vurdular!
O gece A Blok´un 1, 2, 3 ve 4. koğuşlarından, sabaha kadar inlemeler yükseldi. Saatler gece yarısını gösterirken, bütün koğuşlara ikişer adet yanık merhemi dağıtıldı. Cezaevi idaresi, bu defa da gençlerle alay ediyordu. Yanık merhemiyle herkese şu mesaj veriliyordu:
- İnlemeyin, ses çıkarmayın, rahatsız oluyoruz.
- Yaralarınızı sarın ve sesinizi kesin!
´MALAZGİRT NİRE LAN?´
Pehlivanoğlu ve Armağan´ın kaçışının ardından baskılar iyice artmıştı. Artık her hareket cezalandırmak için bir bahane olarak görülüyordu. A Blok´taki ülkücüler, battaniyelerden birini pano olarak kullanıyorlardı. Üzerine de "ilk adım" yazmışlardı. Ayrıca en üstte Arapça harflerle Besmele göze çarpıyordu. Panonun üzerinde ise, Alparslan'ın Malazgirt Savaşı´dan önce askerlere verdiği öğütler vardı.
İlginçtir, isyan girişimine kadar görülmeyen bu pano, Eylül Ayı´nın başında "suç aleti" olarak bulundu. Koğuşa giden bir manga asker, yatakları incelemeye başladı. Kimin battaniyesi eksikse, "suçlu" olarak o cezalandırılacaktı.
Önce Hayrullah Çalık atıldı:
- Battaniye benim…
Cafer Birtürk "hayır" dedi:
- Onun değil, benim.
Her ikisi de kendisini feda etmişti. Battaniye yüzünden bütün koğuşun cezalandırılmasını önlemek için "suçu" üzerilerine almışlardı. Bir türlü paylaşılamayan battaniye, Birtürk ile Çalık'ın arasında kaldı. Durum bu olunca her ikisinin üzerinden de bir manga asker geçti!
Dayak devam ederken, Raşit ismindeki Muşlu iri yarı er bağırıyordu:
- Ne bu lan, ne bu? Malazgirt nirelan? Alparslan da kimdir? Siz de Alparslan gibi savaşacaksız?
Raşit, komutanları ne derse onu harfiyen yerine getiren bir erdi. Dili dönmez, sabah içeri girdiğinde "koğuş kalk" diyemezdi:
- Koğuş tikil, koğuş tikil. Kalkın lan, yoksa kumandan bana kızacak. Anamı ....
İşte, Mamak´ta memleketin bu saf çocuklarına, ülkenin idealist gençleri kırdırılıyordu.. Komutanlar ise, sergilenen vahşeti uzaktan izlemekle yetiniyorlardı.
DEV-YOLCU´LARA CİNSEL İŞKENCE
Askeri cezaevlerinde 12 Eylül öncesi ve sonrasında her kesime insanlık dışı işkenceler yapılıyordu. Cezaevlerinden her gün canhıraş feryatlar yükseliyordu. Mamak Askeri Cezaevi´nin B Blok 13 numaralı koğuşunda ülkücüler Dev-Yol sanıkları ile birlikte kalıyordu. Bu koğuşta Yılma Durak, Sami Bal, Hasan Erdem, Şahin Bilgiç, Adem Eroğlu, Aydın Esi ve Osman Başer gibi Ülkücü Hareket´in önde gelen isimleri de vardı. 12 Eylül İhtilali´nin üzerinden uzun süre geçtiği için gençler üzerilerinde oynanan oyunu anlamışlardı. Aralarındaki kavga ve düşmanlıklara rağmen, artık diyalog kurabiliyor ve birbirleri ile konuşabiliyorlardı...
Dev-Yol sanıkları, ülkücülerin C-5´te işkence görmelerinin sebebini bir türlü anlayamıyorlardı. Çünkü, ülkücülerin devletle bir problemi yoktu. Hatta "devlet" onlar için son derece önemli bir kavramdı. Peki bu devlet onlara neden işkence yapıyordu? Bu sorunun cevabını bir türlü bulamadılar! Artık çeşitli konular ceza evinde tartışılabiliyordu. Bu tartışmalar sırasında Dev Yol üyesi Diyarbakırlı bir genç, kendisine yapılan işkenceyi anlatmaya başladı. O güne kadar kimse böyle bir işkence metodu duymamıştı. Anlatılanlar karşısında herkes donup kaldı.
Bu genç, Diyarbakır Emniyeti´nde bir duvara bağlanmış ve çırılçıplak soyulmuştu. Uzun süre o şekilde kaldı. Aradan bir süre geçtikten sonra, işkence ekibine bir kadın polis de dahil oldu. Kadın polis, göğüslerini ve vücudunu bu gence sürtüyordu. Erkekliğinin uyanmasını sağlıyordu. Ardından da eline copu alıp o bölgeye vurmaya başlıyordu. Bu işlem defalarca tekrarlanmıştı. O Dev Yol´cu gence erkeklik organından günlerce elektrik verilmişti. Sonuçta erkekliğinden olmuştu. Ülkücülere "biliyorum" dedi: - Sizin aranızda da benim durumumda olan pek çok kişi vardır. Ben bugün cezaevinde gece rüya görüp "hamamcı" olmak için ömrünün yarısını veririm. 12 Eylül İhtilalinin sağıyla soluyla bu ülkenin gençlerine yaşattığı dram gerçekten çok büyüktü.
O günleri yaşayanların pek çoğu, bugün bile 30 yıl öncesinin izlerini taşıyor!..
***
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.