Kurulan vakıflar ile millete parasız hizmet

TÜRK-İSLÂM DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET -3-

Toplumdaki ekonomik gelişmeyi sağlayan kurumlardan biri de vakıf idi. Toplumun önde gelen isimleri, yaptırdıkları sosyal eserlere bazı gelir kaynaklarını tahsis ederler ve bu gelirle ihtiyaçlar karşılanırdı. Selçuklu kervansarayları, hastaneleri, medreseleri, devlete yük olmadan, millete parasız hizmet veren kuruluşlardı.

TÜRK-İSLÂM devletlerinde, güçlü teşkilât ve orduları ile ticaret yollarının güvenliği sağlanmıştır. Bu sayede Hindistan, Türkistan (Orta Asya), Ön Asya, Akdeniz havzası ve Doğu Avrupa arasında ticaret hızla gelişmiştir. Ticaret yollarına hâkim olan Türk-İslâm devletlerinin, bu milletlerarası ticaretten önemli gelişmeler sağladığı anlaşılmaktadır. Türk devlet adamları ekonominin canlanması ve refahın artması için her türlü tedbiri alıyorlar, imar faaliyetlerine çok önem veriyorlardı. Meselâ, Tolunoğlu Ahmet Mısır’da Fustat yakınlarında kurduğu şehri çeşme, han, hamam, cami, hastane gibi eserlerle donatmıştı. Selçuklularda Semerkand, Buhara, Merv, Bağdat, İsfahan, Herat gibi şehirler hem nüfus olarak hem de ekonomik yönden çok büyük bir gelişme göstermiştir. Toplumdaki ekonomik gelişmeyi sağlayan en önemli kurumlardan biri de vakıf idi. Devlet adamları, komutanlar ve zenginler yaptırdıkları sosyal eserlere bazı gelir kaynaklarını tahsis ederler ve bu müesseseler bu gelirle ihtiyaçlarını karşılarlardı. Selçuklu kervansarayları, hastaneleri, medreseleri hep bu şekilde kurulan, devlete yük olmadan, millete parasız hizmet veren önemli kuruluşlardı.

DİL VE EDEBİYAT

Türk milleti, kendi kültürel kimliğini dili, Türkçesi sayesinde korumuş, bugünlere kadar yaşatabilmiştir. Karahanlılarda saray ve orduda Türkçe konuşulmasına rağmen, Farsça ve Arapça, edebiyat ve ilim alanlarında yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Bunda İslâm medeniyet dairesine girmiş olmak rol oynadı. Karahanlılar zamanında Uygur Türkçesi yazı dili idi. İslâmiyet’i yeni kabul etmiş olan Yağma, Karluk ve Çiğil boylarının lehçeleri ile bu yazı dili karışınca Hakaniye Şivesi ortaya çıktı. Karahanlı çağında en önemli eser Balasagunlu Yusuf Has Hacib tarafından yazılan, ünlü Türk siyaset kitabı Kutadgu Bilig’tir (1069). Kut Türklerde hâkimiyet, siyasî otorite anlamına geldiği için, eserin adı “siyasî otorite bilgisi”, yani “devlet olma bilgisi” anlamındadır. Bugra Han’a sunulan (1069) bu ünlü eser, Türklerde devlet anlayışı ve geleneğini çok güzel anlatan bir şaheserdir. Türk dilinde yazılmış siyasetnâme türünde ilk eserdir. Türk devlet teşkilâtını, adâlet anlayışını, sosyal düzenini İslâmi esaslarla pekiştirilerek sistemleştiren temel kitaptır. Karahanlılar döneminde yazılan bir diğer Türkçe eser de, Yugnaklı Edip Ahmed’in Atabetü’l Hakayık (XII. yy.) adlı eseridir. Eser ahlâki öğütler vermektedir.

Türklerdeki insan sevgisini, hoşgörü anlayışını çok gözel yansıtan Divan-ı Hikmet isimli tasavvufi eser de dönemin önemli kitapları arasındadır. Yazan Hoca Ahmed Yesevî’dir. Yesevî’ye tarikatının, tarikat dili Türkçedir. İlâhiler Türkçe söylenir; iletişim Türkçe ile kurulurdu. Kaynak kitapları da Türkçeydi. Bu sebeple Türkler arasında tasavvuf düşüncesinin yayılmasını sağladı. Yesevilik, birer Türk tarikatı olan Nakşîbendîlik ve Bektaşîlik’in temellerini hazırlamıştır. Bu dönemde Türk dili, tarihi ve edebiyatı bakımından hazine değerinde önemli olan bir eser de, Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı ve Türkçenin ansiklopedik sözlüğü olan Dîvân-ü Lûgati’t-Türk’tür. Araplara Türkçe öğretmek için yazılan Kaşgarlı’nın eseri Türk kültür tarihi bakımından da son derece önemlidir. Türk tarihi, destanları, edebiyatı, şîveleri, günlük hayatı, gelenek ve görenekleri ile ekonomik hayatı hakkında doyurucu bilgiler vermektedir. Bu devirde Türk-İslâm dünyasında Satuk Buğra Han ile Cengiznâme destanları oluşmuştur. Sâtuk Buğra Han Destanı, Karahanlıların ilk Müslüman hükümdarının Müslüman oluşunu anlatır. Cengiznâme’de Türkler arasında yaygın olarak yaşayan çeşitli menkıbeler anlatılmaktadır.

Memlûk Devleti’nde Kıpçak Türkçesi ile birçok eser verilmiştir. Bu eserlerin çoğunun yazanı belli değildir. Kitapların çoğu spor (atçılık, okçuluk), fıkıh ve Türkçe dil bilgisi ile ilgilidir. Türkçeyi öğretmek maksadıyla yazılan eserlerin çokluğu dikkat çekicidir. Kitab’ül-idrâk li lisân’il-Etrâk (Arap dil bilgini Ebu Hayyan), et-Tuhfet’üz-Zekiyye fi Lûgat’it Türkiyye (isimsiz) bunlardan örnektir. Seyf-i Sarayî’nin Gülistan (Sâdi) tercümesi olan Kitab Gülistan Bi’t- Türkî edebî esere yegâne örnektir.

BİLİM VE SANAT

Bu devirde Türkler hem yetiştirdikleri bilim adamları hem de açtıkları bilim, kültür ve eğitim kurumları sayesinde insanlık âlemine büyük hizmetler yapmışlardır. Karahanlılar ve Gazneliler döneminde eğitim ve öğretim faaliyetlerini yürütmek üzere medreseler kurulmuştur. Dünyada ilk burslu üniversiteyi Karahanlılar kurmuştur. Fakat ileri seviyede ilk büyük medrese (Karahanlı geleneğini izleyen) Selçuklularda Tuğrul Bey tarafından Nişapur şehrinde açıldı. Üniversite seviyesinde medreselerin devlet desteğinde yatılı ve burslu olarak, Alp Arslan zamanında açıldığını görüyoruz. 1067 yılında vakıf üniversite olarak Bağdat’ta kurulan Nizamîye Medresesi dünyada ilk üniversite olarak kabul edilmektedir. Nizamîye Medresesi, kütüphanesi, müstakil eğitim öğretim binaları, öğrenci yatakhane ve yemekhaneleri, mescidleri ve hamamları ile bir bütün teşkil eden külliye şeklindeydi. Bundan sonra Türk-İslâm dünyasında medreseler kısa sürede yaygınlaştı. İsfahan, Rey, Nişapur, Belh, Merv, Herat, Basra, Musul gibi büyük şehirlerde çok sayıda medreseler açıldı. Bu medreselerde tefsir, hadis, fıkıh, kelâm gibi dinî ilimlerin yanında ağırlıklı olarak matematik, geometri, filoloji, tıp, astronomi, felsefe, coğrafya gibi ilimler de okutuluyordu.

Medreselerde ders veren müderrisler (profesörler) yüksek maaşlar alıyorlardı. Vakıf gelirlerinden öğrencilerin kalem, defter, mürekkep ve diğer ihtiyaçları karşılanıyordu. Selçuklularda hükümdarlar eğitimin gelişmesi için her türlü desteği veriyorlardı. Meselâ, Sultan Alp Arslan, bir gün Nişapur’da bir caminin önünde oturan, ilimle meşgul olan fakir öğrencileri görmüş ve hemen bunlar için bir yurt yapılmasını ve kendilerine maaş verilmesini emretmiştir. Sultanlar, medreseleri malî bakımdan desteklemelerine rağmen eğitim, öğretim ve yönetim işlerine karışmazlardı. Bu davranış, o çağlar için çok ileri seviyede görülmelidir. Bu bir çeşit “üniversite özerkliği”dir. Karahanlılar tarafından başlatılan bîmaristan (hastane) kurma geleneğini Selçuklular geliştirerek devam ettirdiler. Bu hastaneler, aynı zamanda tıp fakülteleri gibi görev yapmıştır.

BU DÖNEMDE YETİŞEN ÜNLÜ BİLİM ADAMLARI

Eğitimin ve ilmin çağına göre böylesine yüksek bir dereceye çıktığı ilk Türk-İslâm devletlerinde, özellikle Büyük Selçuklular döneminde, dünya çapında ilim adamları yetişmiştir. Bu devirde yetişen Türk bilginlerinden bazıları şunlardır:

Farabî (870-950):

Matematik, fizik, astronomi, mantık, psikoloji, siyaset bilimi konularında dünya çapında 160 kadar eser yazan Farabî, Türkistan’ın Farab şehrinde doğmuştur. Çocuğun eğitimi konusunda da önemli eserleri bulunan Farabî, milletimizin yetiştirdiği önemli pedagog yani eğitim bilimcilerden birisidir. Eserlerinin birçoğu Lâtince’ye çevrilerek uzun yıllar Batı dünyasında ders kitabı olarak okutulmuştur. Farabî, Aristo’dan sonra Muallim-i Sânî yani İkinci Öğretmen lâkabı ile tanınmıştır. Müzikle ilgili çalışmaları da çok önemlidir. Türk musikisinin esasları Farabî tarafından düzenlenmiştir.

Birunî (973-1051):

Gazneli sarayında, Gazneli Mahmud’un himayesine, özellikle matematik alanında önemli eserler yazan Birunî, dünya çapında bir ilim adamıdır. Matematik dışında geometri, fizik ve coğrafya alanlarında da uğraşmıştır. Hint bilimini İslâm dünyasına Birunî öğretmiştir.

İbn Sinâ (980-1037):

Milletimizin yetiştirdiği dünya çapında, çok büyük bir ilim adamı olan İbn Sinâ, özellikle tıp ve felsefe alanlarında ün yapmıştır. Bunlardan başka, fizik, mantık, ahlâk ve eğitim bilimleri konularında da araştırmaları vardır. El-Kanun fi’t-tıp (Tıbbın Kanunlara isimli eseri yakın yıllara kadar Avrupa’da ders kitabı olarak okutulmuştur. İbn Sinâ Hipokrat’tan sonra tıbbın İkinci Babası olarak isim yapmıştır.

Farabî ve İbn Sinâ’dan sonra felsefe alanında, Ömer Hayyam, Muhammed Gazzalî, Muizzi, Mahmud Harezmi, Abdürrezakü’t- Türkî gibi ilim adamları önemli eserler yazmışlardır. Trigonometri alanında Abdullah Baranî, matematik alanında İbn-Türk Celî, Mahmud Harizmî, tefsir ve edebiyat alanında Zamahşerî gibi bilginler, bu dönemde yetişen büyük bilginlerdi. Arapçanın mükemmel bir gramerini yazan Farablı İsmail Cevherî (?-1002) de bir Türk dil bilginidir. Sultan Melikşah döneminde kurulan rasathanelerde ünlü şair ve felsefeci Ömer Hayyam, Isfızari ve Vasıtî gibi astronomi ile uğraşan bilginler Celalî Tavkimi’ni hazırlamışlardır. Bu takvim güneş yılına göre düzenlenmiş bulunan miladî takvimden daha doğru hesaplamalara dayanıyordu.

NOT: Bu makalenin kaynakları için şu eserimizin kaynakçasına bakınız: Ali Güler, Türk’ün Tarihi: 2, Kartalın Pençesinde, Halk Kitabevi, İstanbul, 2016.

TÜRKLERiN SANAT AŞKI

İlk Türk-İslâm devletleri döneminde ortaya konulan sanat eserlerinde hem Orta Asya Türk kültürünün, hem de İslâmiyet’in etkileri görülür. Bu devletlerin kurulduğu geniş coğrafi alanda, özellikle Türkistan, Harizm, Horasan, Afganistan, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan, Türkiye ve Mısır’da sayısız mimarî eserler yapılmıştır. Bugün bu eserlerden çok azı ayaktadır. Cami, mescid, minare, türbe, kümbet, saray, medrese, han, hamam, hastahane, çeşme, kale, köprü Türk estetiğini, sanat zevkini yansıtan eserlerdir. Türk-İslâm mimarîsinin en belirgin vesıflarından birisi kubbedir. Orta Asya’da çadır şeklinde yapılan kubbeler, bütün Türk-İslâm mimarî eserlerinde ortak özellik olarak devam eder. Türk kubbesi Hindistan’da da görülür. Kubbenin mimarî yapılarda en iyi uygulandığı dönem şüphesiz Osmanlı çağı olacaktır. Kemer de bu dönem mimarisinin ortak özelliklerinden biri idi. İnce ve uzun minare üslûbu Türk zevkinin ürünüdür. Türkler bu dönemde mimari eserlerini geometrik desenler ve bitki motifleri işledikleri çinilerle süslemişlerdir. Türk çini sanatının temeli Uygurlara kadar dayanmaktadır. Halıcılık da bu dönemde yaygın olan Türk sanat ürünlerinden idi. Halı dünyaya Türk milletinin kazandırdığı bir sanat eseridir. Dokumacılığa daha Orta Asya’da başlayan Türkler, İslâmi dönemde halıcılık sanatında çok daha ileri gitmişlerdir. İlk Türk-İslâm devletlerindeki sanat sadece bunlardan ibaret değildir. Türkler, bu dönemde kitabe, hat (güzel yazı), tezhip, minyatür, süsleme ve musikî alanlarında da çok ileri seviyede eserler vermiştir. Minyatür ve güzel yazıda Selçuklu üslûbu önem kazanmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali GÜLER Arşivi
SON YAZILAR