KAVGAM 365-2

Bir önceki yazım olan 365-1’de ‘’Ülkemizde bu siyasi ümmetçilik düşüncesine sahip olanların zihinlerinde ve belleklerinde içten içe besledikleri kin ve nefretin temel kaynağı, Türk olmaktan ve Türklükten kurtulmak istekleri yatmaktadır. Peki kimdir bunlar ve neler söylemişlerdir ? diyerek yazıyı noktalamıştım. Türk olmaktan ve Türklükten kurtulmak isteyenler : ‘Irk’lara karşı olmayan ama belleklerinde yerleşmiş olan kin ve nefret ile yoğrulmuş, etnik kimliklerini kusarak ‘Irkçılık’ yapabilenlerdir. Bu zihin altlarına yerleşmiş kirliliği kusmak içinde, ülkedeki hakim kimliğe karşı çıkarak yok saymaktır. Amaçları ise ; Ülkenin milli birliğini, milli egemenliğini, milli devleti yok etmek yatmaktadır. Dolayısı ile bu hedeflerine ulaşmak içinde ‘Siyasi Ümmetçiliği’ maske olarak kullanmaktadırlar.

Prof. Dr. İskender Öksüz, "Siyasî Ümmetçilik, millete bakışıyla Marksizme benzer. İnsanlara etki mekanizmasıyla da Marksizmi andırır." sözünü sık sık söyler.

İskender Hoca, "Siyasî Ümmetçilik"i açıklamadan önce Recep Tayyip Erdoğan'ın şu sözlerini veriyor:

"Bizi birbirimize bağlayan en büyük bağ, İslam kardeşliği bağıdır; bunu yakaladığımız anda işi çözeriz. Gazetenin bir tanesi yazmış 'Türkiye Türklerindir' diye, ahlaksız bu, hayasız. Eğer bunu derseniz, Türkiye'yi 30'a bölersiniz. Çünkü Türkiye'de sadece Türkler yaşamıyor. Türkiye'de Kürt'ü de var, Laz'ı ve Çerkez'i de var. Türkiye'de yaşayan herkes Türk'tür diyor. Olmaz öyle şey. Biz diyoruz ki Türkiye, Türkiye'de yaşayan herkesindir."(Yalçın Bayer, Hürriyet, 25.07.2004)

Recep Tayyip Erdoğan'ın bu akıl almaz sözleri hakikaten insanı dehşete düşürüyor. İskender

Hoca, Recep Tayyip Erdoğan'a, Erol Güngör'ün "İslâm'ın Bugünkü Meseleleri" adlı kitabından şu satırları aktararak cevap veriyor:

"Bu anlamda İslâmcılık şimdiye kadar hep hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların amacı İslam ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade kendi yaşadıkları ülkede milliyetçi politikayı etkisiz duruma getirmektir. Bu azınlıklar ayrılıkçı bir politika takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açıklamaktan hiç geri kalmazlar; böyle bir güce erişemedikleri müddetçe İslâm davasının şampiyonu olarak görünürler."

Siyasi Ümmetçilik Meşru Milliyetçiliğe Karşı mı?

Millet, eski Arapça’da aynı dili konuşanları ifade ederken zaman içinde ümmet anlamını kazanmıştır. Ümmet kavramı aynı inanca mensup olanların kardeşliğini ifade eder. Aynı zamanda Ümmet İslamiyet’in ilk çağlarında siyasi birliği ifade etmiştir. Ümmet adı altında siyasi ümmetçilik, yani toplumları küçük öbeklere bölerek aynı potada tutma gibi bir yola başvurulursa, başta İslam dünyası olmak üzere Türk milletinin idam fermanını ilan etmek anlamına gelir. Böylesi bir anlayışın adı ümmet değil tıpkı komünizm gibi ütopya olur.

İslam dünyasının en büyük sıkıntısı milletleşememe yani aşiret kültüründen millete geçememiş olmasındandır. Orta Doğu’da aşiretlerin savaşı devam ediyor. Libya, Suriye ve Irak bunun en somut örnekleridir. Milletleşemeyen bu gruplar bütün farklılıklarını (mezhep, tarikat gibi)kimi zaman öne çıkararak, kimi zamanda küresel güçler tarafından bu durum bölge devlet yöneticilerine ve halklarına karşı kullanılarak, adeta birbirlerini yok etme üzerine savaşmaktadırlar.

Milliyet duygusu, yaratılıştan gelen/doğal bir eğilim ve bilinç olmakla birlikte, Batının modernleşme sürecinde ideolojik bir mahiyet kazanarak “tanımlanan” ve “inşa edilen” bir kavrama dönüştü. Batının yükselişi, Doğu’nun çöküşüyle aynı tarihsel süreçte gerçekleşince, Batılılaşmayı/modernleşmeyi yeniden yükselişin reçetesi olarak gören Doğulu aydınlarca “milliyet” yeni içeriğiyle ithal edilen kavramlardan biri oldu. Ancak, vatan, millet, milliyet gibi yeni içerikli kavramsal ve terminolojik alıntılar eski-yeni çatışmasını ve kargaşayı kaçınılmaz kıldı.

Bu siyasi ümmetçilik yapan siyasal İslamcılar, önce siyasi fakat siyasetin izin verdiği ölçüde de İslamcı olageldiklerinden Irk, kavim, millet, milliyetçilik, milli devlet gibi kavram ve olgularla daima ters düşmüşlerdir. Onlara göre, bir millet diye bir kavramın yok olduğundan değil, millet bir kavmin ya da ırkın adıdır ve böyle bir ırkta yoktur demektedirler. Dolayısıyla Türk yoktur anlamına getirmektedirler. Olsa bile bu coğrafyada her konuşmalarında sayısı artan başka ırklar vardır. Bu başka ırklar diye tanımladıkları etnik kimlikler. Dolayısı ile Türk milleti ve Türk milletinin egemenliği diye bir kavramdan bahsetmezler. İyi de madem tek bir milleti (Türklüğü) kabul etmiyorsunuz, sayıları her söylemde artan Irklardan bahsediyorsunuz o halde egemenlik hangisinin tekelinde ? Bu tanımlamaya çalıştığınız devlet hangi hukuk ve yasa ile işlemektedir ?

Siyasal İslamcılar ‘’Bizleri birbirimize bağlayan esas kuvvet Müslümanlığımızdır’’ demektedirler. Kendilerine anlattıkları masallarda, ‘’dinin doğuşundan günümüze kadar hep İslam Devleti çatısı altında yaşamışlardır’’ İslam Devletini İslamın ve Müslümanlığın farzı olarak bellediklerinden bunu kabul etmeyenlerinde kafir olduklarını açıklamaktan geri kalmazlar. Tipik Selefi-Vahhabi mantığı. Uzun uzadıya İslam devletleriyle ilgili tanımlamalara girmeyeceğim ancak yaşadığımız ülkenin Türkiye Cumhuriyeti Devleti “asrî devlet” olduğunu da es geçemem. Buna göre: Asrî devlet,(çağdaş devlet), “Hakimiyet, kayıtsız, şartsız milletindir.” ilkesine uyan, buna göre idare edilen devlettir. “asrî devlet”, bir hukuk terimdir. “Hukukî Türkçülüğün birinci gayesi, asrî bir devlet vücuda getirmektir.” diyen büyük Türk milliyetçisi fikir adamı Ziya Gökalp, 1923’te yayımladığı “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde “asrî –çağdaş- devlet” anlayışını şöyle açıklıyor:

“Asrî (çağdaş) devletlerde evvelâ gerek kanun yapmak ve gerek memleketi idare etmek yetkileri doğrudan doğruya millete aittir. Milletin bu yetkilerini sınırlayıcı ve bağlayıcı hiçbir makam , hiçbir anane ve hiçbir hak yoktur.

İkinci olarak, milletin bütün fertleri tamamıyla bir birine eşittir” (Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları,)

Yine Ziya Gökalp’a göre, asrî devlette bütün millî hukuk alanlarının Teokrasi ve Klerikalizm kalıntılarından temizlenmesi gerekir. (Teokrasi: Dine dayalı yönetim biçimini tanımlamak için kullanılan terim. Daha doğru bir anlatımla, dini otorite organlarının siyasi otorite organları yerine devlet idaresini elde tuttuğu devlet biçimidir. Klerikalizm: Dinin ve din kurumlarının, toplum hayatının çeşitli kesimlerindeki, yerini güçlendirmeyi amaçlayan toplumsal, ekonomik akım.)

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, daha Millî Mücadele’yi başlatmak üzere İstanbul’dan ayrılmadan devrin şartları içinde, tek çıkar yolun “hakimiyet-i millîyeye müstenit, bilâ kayd ü şart müstakil yeni bir Türk devleti tesis etmek!” olduğuna karar vermiştir. Ona göre bu kararın dayandığı mantık ve muhakeme de şudur:

“Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas, ancak istiklâl-i tamme malilikiyetle temin olunabilir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, beşeriyet-i mütemeddine muvacehesinde uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye kesb-i liyakat edemez.” (Nutuk, s…. Bugünkü Türkçe ile Atatürk şöyle diyor: “Asıl olan, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas, ancak tam istiklâle sahip olunarak sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde yaşarsa yaşasın istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık içinde uşak olmaktan başka bir değer ifade etmez. Uşak muamelesine tabi tutulur.” )

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, fikir sistemi olarak Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir. Türk Milliyetçisi olduğunu her fırsatta ifade etmiş ve çevresine hatırlatmıştır:

“Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.” (26 Nisan 1926)

Yaklaşık 13 yıldan bu yana Türkiye’yi her türlü söylem ve eylemlerle, belirsizliğe iten politikalarla yöneten AKP hükümetlerinin: Milletimizin adı olan Türk kavramının birleştirici bir üst kimlik olduğunu inkar etmişler ve Türk kavramını, ‘millet’ seviyesinden ‘etnik kimlik’ seviyesine indirgemişlerdir. 13 yıllık iktidarları dönemince her türlü konuşmalarında ‘’Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Abhaza, Boşnak, Gürcü…’’ diye bölüştürücü ve ayrıştırıcı tanımlamalar ile milletimizin adı olan ‘Türk’ü etnik bir kavram olarak kabul etmiş ve ettirmeye de çalışmışlardır.

13 yılı aşkın zamandır Ülkemizi idare eden AKP’nin kurucu çekirdek kadrosu esasen ideolojik olarak ‘’millet’’ olgusuna karşıdırlar. Onlara göre Türk milleti değil İslam birliği esastır. Uyguladıkları dış politikaya baktığınızda da bunu açıkça göreceksinizdir.

Fakat ne gariptir ve ilginçtir ki, aynı siyasal ümmetçilik maskesi altında siyasal İslamcı AKP iktidarı özellikle 7 Temmuz’dan bu yana PKK terörüne karşı milli söylemler kullanmaya başlamışlardır. İyi de 13 yıllık yönetimleri süresince ‘’Her türlü milliyetçilik ayaklarımızın altındadır’’ diyen siyasal ümmetçiler, nasıl oluyor da böyle bir değişikliğe ihtiyaç duydular ?

365-3’ te görüşmek ümidiyle…

HANDAN ÖMER

25/01/2016 Ankara

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Handan ÖMER Arşivi
SON YAZILAR