Muharrem Günay SIDDIKOĞLU

Muharrem Günay SIDDIKOĞLU

1-İSRA, MİRAÇ VE MİRAÇ KANDİLİ

Halk arasında üç aylar olarak bilinen, Recep, Şaban ve Ramazan ayları, Rahman, Rahim ve keremi bol olan Rabbimizin biz Müslümanlara ikram ettiği pek bereketli ve feyizli bir zaman dilimidir. Bu aylardan Recep ayının 27.gecesi ise Miraç kandilidir.

İsra; gece yürüyüşü demektir. Miraç ise, yükselmek demektir. İnsanoğlu'nun yaşarken ulaştığı en yüce yükseliş ve en büyük derece Miraç’tır

Mirac’ın Mescid-i Aksa’ya kadar olan ve İsra denen bölümü Kur’an’da şöyle anlatılır:

“Sübhânellezî esrâ bi abdihî leylem minel mescidil harâmi ilel mescidil agsallezî bâreknâ havlehû li nüriyehû min âyetinâ. İnnehû hüvessemiul basîr.”(İsra/1)

Kulu (Muhammadi) gecenin bir bölümünde – kendisine bir kısım ayetlerimizi (kudretimizi yansıtan belgelerimizi ) göstermek için - Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah (bütün noksanlıklardan) yücedir, münezzehtir. İşiten ve gören O’dur.” (İsra /1)

İsra ve Miraç olayının ikinci merhalesi olan Miraç ise Sevgili Peygamberimizin Mescid-i Aksa’dan başlayarak semânın bütün tabakalarını geçerek ilâhi huzura kabul edilmesidir ki bu kısım Necm suresinde şöyle anlatılır:

And olsun ki O’nu (Cebrail’i) bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâ’da gördü kii, onun yanında Me’vâ cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm,53/11-18) .

Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliği yapmış olan Dr. Ahmet Gelişken Miraç konusunda şu bilgileri veriyor:

İsra’nın ikinci safhası olan miraç ve miraç olayları, Buhari-Müslim hadislerinde “müttefekun aleyh olarak haber verilmektedir.  (Buhari, Salat 1, Hacc 76, Enbiya 5, Tevhid, 37, Menakıb 24; Müslim, İman 259, 263; Ve diğer kaynaklar). Bazı âlimler, Buhari ve Müslim’in birlikte rivayet ettiği hadisten şüphe edenin imanından şüphe edilir” diyerek, müttefekun aleyh olan hadislerin imanca önemine işaret etmişlerdir. Mirâc hadisesi sadece müttefekun aleyh hadislerle de sınırlı değildir. Pek çok sünende, mucemde, musannefde ve 20’den fazla bu konuda yazılan müstakil eserde varit olan hadislerin mütevatir derecesinde olduğu ulemaca belirtilmiştir. Şenkîti de bunlardandır. İbn Teymiyye ve İbn Kayyım gibi münekkit ve münekked âlimler bile, miraç hadislerinin mütevatir derecesinde olduğunu belirtmişlerdir.” (Bkz.http://fatwa.islamweb.net/fatwa/index.php?page=showfatwa&Option=FatwaId&Id=95218; http://bayanelislam.net/Suspicion.aspx?id=03-02-0034&value=&type=).”  (Dr. Ahmet Gelişken, Makalelerinden)

İsra ve Miraç hem kitap hem de sünnetle sabittir. Bunu tartışmak yersizdir. Necm suresi 12. Ayette de Hz. Peygamberin Miraçta gördüklerinin tartışılmaması gerektiğine dikkat çekilerek şu uyarıda bulunulmuştur:

 “Onun gördükleri üzerinde tartışıp mücadele mi ederler?” (Necm:12)  

Miracı tartışmak ve inkâr etmek müşrikler tarafından bile doğruluğu ve güvenilirliği kabul edilmiş ve kendisine Muhammedül Emin adı verilmiş peygamberimize inanmamak, O’nu yalancı çıkarmak olur ki bu da insanı dinden çıkarır.

Yüce kitabımızın İsra suresi 1. Ayetinde  bu yolculuğun sadece bir bölümü,   Hz. Peygamberimizin Mescid-i Haram'dan Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya gidişi anlatılmaktadır. Burada anlatıldığı üzere bu yolculuğun gayesi Allah'ın kuluna bazı ayetlerini göstermek istemesidir.

Bir gece Cebrail (a.s), Hz. Peygamberi (s.)  Burak adı verilen bir binit/taşıt üzerinde, Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götürdü. Hz. Peygamber (s.) orada diğer peygamberlerle birlikte namaz kıldı. Daha sonra göğün çeşitli tabakalarına yükselen peygamberimiz orada bazı büyük peygamberlerle karşılaştı. En sonunda göğün en yüksek tabakasına ulaştı ve Allah'ın huzuruna çıktı. Başka önemli emirlerin yanı sıra beş vakit namaz da işte burada emredildi. Daha sonra Peygamber (s.) Mescid-i Haram'a geldi. Birçok hadise göre bu yolculuk sırasında ona (s.a) cennet ve cehennem de gösterilmiştir. Güvenilir hadislerden öğrendiğimize göre Hz. Peygamber (s.) ertesi gün bu olayı anlattığında Mekkeli müşrikler onunla alay ettiler ve müminlerden bazıları da bunda şüpheye düştüler.

İsra ve Miraç olayı halk arasında yayılınca, Mekke’nin bazı ileri gelenleri soluğu Ebu Bekir’in (r.a.) yanında aldılar. Ve:

Ya Eba Bekr! Arkadaşın Muhamed hakkında ne dersin? O bir gece içinde Beytü’l Makdise’ ( Beytü’l Mukaddes )e gidip geldiğini iddia ediyormuş!” Ebu Bekir (R.A.) onlara:

“Bunu Hz.Muhammed mi ( A.S.) söyledi? “ diye sordu. Onlar da: “ Evet, o dedi “ diye cevap verdiklerinde, Ebu Bekir (R.A.): “ Eğer O söylemiş se, mutlaka doğrudur ve ben şahadet ederim..” diyerek Peygamber’e olan inancının şüphe götürmez olduğunu ortaya koydu. “ Nasıl olur? “ diyerek şaşkınlık gösterenlere: “O, bundan fazlasını da söylese yine de O’nu gök haberlerinden dolayı tasdik ederdim! “ diye cevap verdi.( Lübabu’t- te’vil: 3 / 151 ) Ebu Bekir (R.A.)e “ sıddık “ denmesi bu yüzdendir.

Bu yolculuk (Mi'rac) hakkında birçok farklı görüşler vardır. Bazıları bunun rüyada meydana geldiği görüşündedirler; Çoğunluk ise olay sırasında Hz. Peygamber'in (s.a) tamamen uyanık olduğu ve bedeni ile birlikte yolculuk ettiğini söylerler. Fakat bu ayetin başlangıç sözleri: "Kulunu... Götüren o (Allah) yücedir", bunun Allah'ın sınırsız gücü ile meydana gelmiş olan doğa-üstü bir olay olduğunu göstermektedir. Eğer olay sadece bir rüyadan ibaret olsaydı ayet, bu olayı meydana getiren varlığın her tür zayıflık ve eksiklikten uzak olduğunu gösteren "subhane" ifadesi ile başlamazdı. Yine "Kulunu bir gece... Götüren" sözleri, bunun sadece bir görüntü veya rüya olmadığını, bilakis Allah'ın Peygamberi'ne (s.a) ayetlerini gösterdiği fiziksel ve bedensel bir yolculuk olduğunu göstermektedir. Ayrıca kul sadece ruhtan değil ruh ile bedenden oluşmuş bir varlıktır. Bu nedenle her Mü’min, İsra ve Miracın Allah'ın Peygamber'i (s.) için hazırladığı fiziksel bir yolculuk ve bir gözlem olduğunu kabul etmelidir.

2-MİRAC HEM BEDENSEL HEMDE RUHSAL BİR YOLCULUKTUR

 

Bazı kimselerin bu olayı imkânsızmış gibi görmeleri çok gariptir. İnsanın sınırlı -hem de çok sınırlı- güçleri ile aya, yıldızlara ulaşmayı başardığı, binlerce kilometre uzaktaki sesi ve görüntüyü anında naklettiği, sesten daha hızlı araçlarla madde naklettiği bir zamanda, Allah'ın sonsuz ve sınırsız gücü ve kudreti ile Rasûlü'ne (s.) kısa bir zaman içinde bu yolculuğu yaptırabileceğini inkâr etmek çok saçmadır.

Her şeyin ötesinde, bir şeyin mümkün olup olmadığı konusundaki soru sadece sınırlı güçlere sahip olan insan hakkında geçerli olur. Fakat her şeye kadir olan Allah söz konusu olduğunda bu tür sorular sorulamaz. Sadece Allah'ın her şeye kadir olduğuna inanmayan bir kimse bu olaya itiraz edip inkâr edebilir.

Miracı inkâr etmek, müşrikler tarafından bile “Muhammedül Emin “ olarak bilinen Allah Rasûlune inanmamak, O’na yalancı demek olur ki bu da insanı dinden çıkarır.

Prof. Dr. Esad Coşan Efendi (Allah O’ndan razı olsun) yapmış olduğu bir sohbetinde İsra ve Miraç konusunda şöyle diyor:

Sonra İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri'nin çok güzel bir tefsiri var, Rûhül-Beyan isimli; keşke okuyabilse kardeşlerimiz. Çok büyük âlimlerimiz çok güzel eserler yazmışlar; ruhları şâd olsun, makamları a'lâ olsun... Kutbül-aktâb İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri diyor ki: "Ayet-i kerimede "kulunu götüren" diye buyruluyor. Kul ruh ve cesetten müteşekkildir. Ruh ve cesetle gittiğine bu kelimenin kullanılması dahi şahittir." diyor. Daha başka şahitler de mevcut..

Evet, birisi İsrâ Sûresi'nin "Sübhànellezî esrâ" diye başlayan ayeti, kesin Mi'rac mucizesinin tasdikçisi... Bir de onyedinci cüzde Necm Sûresi var. Necm, yıldız demek Arapçada... Bu kelimeyle başladığı için Necm Sûresi adı verilmiş. Orda da buyruluyor ki:
(Ven-necmi izâ hevâ. Mâ dalle sàhibüküm vemâ gavâ. Vemâ yentıku anil-hevâ. İn hüve illâ vahyün yûhà. Allemehû şedîdül-kuvâ. Zû merretin festevâ. Ve hüve bil-üfükıl-a'lâ. Sümme denâ fetedellâ. Fekâne kàbe kavseyni ev ednâ. Feevhâ ilâ abdihî mâ evhâ.) [Battığı zaman yıldıza and olsun ki, arkadaşınız (Muhammed SAS) sapmadı ve bâtıla inanmadı; o arzusuna göre de konuşmaz. O bildirdikleri vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (Cebrâil AS) öğretti. Sonra o en yüksek ufukta iken asıl şekliyle doğruldu.

Sonra (Muhammed SAS'e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. İki yay arası kadar, hattâ daha da yakın oldu. Bunun üzerine Allah, kuluna vahyettiği neyse vahyetti.]
(Mâ kezebel-füâdü mâ raâ. Efetümârûnehû alâ mâ yerâ. Velekad raâhü nezleten uhrâ. İnde sidretül-müntehâ. İndehâ cennetül-me'vâ. İz yağşes-sidrete mâ yağşâ. Mâ zâğal-basaru vemâ tağà. Lekad raâhü min âyâti rabbihil-kübrâ.)

[Gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız?

And olsun ki, onu diğer bir defa da Sidretül-Müntehâ'nın yanında gördü. Cennetül-Me'vâ'da onun yanındadır. O gördüğü zaman Sidre'yi bürümekte olan bürüyordu. Peygamberin gözü gördüğünden kaymadı ve sınırı aşmadı da... And olsun ki o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını görmüştür.]

Allah-u Teàlâ Hazretleri Peygamber Efendimiz'in Mi'racda karşılaştığı olayları ve olaylar karşısında o peygamberâne edebiyle, nasıl güzel bir anlayışla olayları idrak ettiğini, tefekkür ettiğini, müşahede ettiğini Necm Sûresi'nin bu ayet-i kerimeleriyle anlatıyor.

Tabii Mi'rac'da yedi kat semâyı geçti, peygamberlerle görüştü. Sonra Me'vâ Cenneti'nin yanındaki Sidretül-Müntehâ'ya kadar Cebrâil AS, Peygamber SAS'i getirdi. Oraya kadar beraber geldiler. İzahat verdi, işte şu şöyledir, bu böyledir diye bilgi veriyordu. Sidretül-Müntehâ'ya gelince durdu.

Dedi:

"--Niye durdun?"

"--Eğer bir parmak daha ilerlersem yanarım. Sidretül-Müntehâ'dan ileriye gitmeğe benim tâkatim, tahammülüm müsâit değil yâ Rasûlallah!" dedi.

O orda boynu bükük kaldı. Refref geldi Peygamber Efendimiz'in önüne, Refref'e bindi Peygamber Efendimiz, Refrefle mânevî seyahata, huzur-u izzete devam etti. Yetmişbin nurdan, yetmişbin zulmetten perdeleri geçti


Ref olup ol şaha yetmişbin hicâb,
Nûr-u tevhid açtı vechinden nikâb.


Yâni sanki böyle yüzü peçeli gibi, yetmişbin perde kalkınca, Allah-u Teàlâ Hazretleri vechinden peçeyi açmış gibi cemâlini Habîb-i Edîbi'ne gösterdi.


Âşikâre gördü Rabbül-izzeti,
Âhirette öyle görür ümmeti
. (Süleyman Çelebi)


Âşikâre gördü Peygamber SAS Rabbini... Ahirette de inşaallah biz Mü'minler Allah'ın lütfuyla, keremiyle, ayın on dördünü seyreder gibi öyle göreceğiz. Dileriz Allah-u Teàlâ Hazretleri nasib eylesin... Diliyoruz, istiyoruz, ısrarla, ağlayarak, gözyaşlarıyla, el açıp, "Aman yâ Rabbi!" diye diye istiyoruz. Allah-u Teàlâ Hazretleri o devlete, o nimete, o izzete, o rif'ate bizleri de erdirsin.. (Esad Coşan Efendi’nin Sohbetinden, 27. 11. 1997 - Mekke (Akra) M.Esat COŞAN) http://sunumvaaz.com/?Syf=26&Syz=142149

 Peygamberimiz de, dolunay halindeki aya bakıp: “Siz Allah’ı bu ayı gördüğünüz gibi göreceksiniz” buyurmuştur. (Riyaz’üs Salihin 2/1055)

 

3-MİRAÇ ÖNCESİ MEKKE

Miraç öncesine kısaca bir göz atacak olursak; Mekke’de müşriklerin bütün baskı ve zulümlerine rağmen İslamiyet yayılmaya başlamıştı. Hz Hamza’dan sonra Hz. Ömer de Müslüman olmuştu. Müşriklerin telaş ve endişeleri hat safhaya varmıştı.

Hz Ömer Müslüman olunca, Peygamber Efendimiz ve Eshab-ı Kiram ile beraber Harem-i Şerif’e geldi. Oradaki müşriklere; Ey Kureyş! Beni, bilen bilir! Bilmeyen bilsin ki, ben Hattaboğlu Ömer’im... Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen varsa, yerinden kıpırdasın! Kıpırdayanı kılıcımla doğrayıp yere sererim..” deyince Kureyşli müşrikler bir anda toz duman olup oradan uzaklaştılar. Sevgili Peygamberimiz ve ashabı saf tutup, yüksek sesle tekbir aldılar. Ashab-ı Kiram’ın “Allahü ekber, Allahü ekber“ sedaları ile Mekke semaları çınladı. İlk defa açıktan açığa Harem-i Şerif’te namaz kılınmıştı.

Müşrikler, İslam’ın kalplere nüfuzunu ve yayılmasını önlemek için durmadan çabalıyorlardı. Müslümanlara her türlü işkence ve zulüm yapılıyor, fakat yapılan bu zulüm ve işkenceler Müslümanları yollarından döndürmüyordu. Müslümanlar daha da kenetleniyor; Allah ve Resulünün yolunda canlarını fedadan çekinmiyorlardı. Müşrikler, Habeşistan’a göç eden Müslümanları gerisin geri teslim almak amacıyla Habeş Kıralı Necaşi’ye bir heyet göndermişti. Müslümanları geri vermek bir tarafa Habeş Kralı Necaşi de Müslüman olmuştu. Giden elçilerin eli boş döndüğünü ve Necaşi’nin de Müslüman olduğunu öğrenen müşrikler hepten deliye dönmüşlerdi. Bunun acısını çıkarmak amacıyla ve Müslümanların kökünü kurutmak amacıyla toplanıp şu kararları aldılar: “ Her nerede olursa olsun, her nerede görülürse görülsün, Muhammed aleyhisselam öldürülecektir...! Müşrikler bunun için ant içtiler.

Müşrikler, Peygamber Efendimizin ve Ashabının, Ebu Talib’in mahallesinde toplandıklarını görünce, tekrar bir araya geldiler. Sonra şu kararı aldılar:

 “Muhammed aleyhisselam öldürülmek üzere Kureyşlilere teslim edilinceye kadar; Haşim Oğullarından kız alınmayacak, Onlara kız verilmeyecek! Onlarla hiçbir alışverişte bulunulmayacak. Onlarla bir araya gelinip, konuşulmayacak, görüşülmeyecek, evlerine mahallelerine girilmeyecek! Onlardan gelecek barışma isteği asla kabul edilmeyecek, hiç bir zaman onlara acınmayacaktı Mansur bin İkrime adındaki müşrikin bir kâğıda yazdığı bu kâğıdı mühürlediler. Herkesin görüp uyması için Kaba-i Muazzama’nın duvarına astılar

Müşriklerin ileri gelenlerinden Ebu cehl ve Ebu Leheb, tüccarların yanına varıp; “Ey tüccarlar! Muhammedin ashabına karşı fiyatları çok yükseltiniz. Öyle ki, pahalı olmasından dolayı kimse bir şey alamasın! Bundan dolayı mallarınız satılmayıp, elinizde kalırsa hepinizi biz almaya hazırız” derlerdi. Onlar da mallarına yüksek fiat söyler, Müslümanlar alamadan geri dönerlerdi.

Bu durum karşısında sevgili Peygamberimiz, hazreti Hatice validemiz, Ebu Bekir-i Sıddık (r.) ve diğer ashap mallarını bu yolda harcayıp; çocukların açlıktan göklere çıkan feryatlarını dindirmeye çalıştılar. Elde avuçta olanlar bitince, otları, ağaç yapraklarını yiyerek rızıklarını temine çalıştılar. Çocukların ağlamalarını kesmek için kurumuş deri parçalarını ıslatıp ateşte pişirip çocuklara yedirdiler. Başta Peygamber Efendimiz olmak üzere ashap açlıktan karınlarına taş bağladılar. Anneler bir deri bir kemik kalmışlardı. Müşriklerden birisi acıyıp ta bir şeyler getirse onu tutar hakaret eder döverlerdi.

Allah’ü Teâlâ bir gün Peygamber Efendimize vahy ile “Kâbe’de asılı bulunan sahifeye bir ağaç kurdunu musallat ettiğini kendi ismi hariç güvenin kağıdın her tarafını yediğini bildirdi.” Peygamberimiz bu durumu müşriklere söyleyince, müşrikler derhal asılı bulunan kâğıdın yanına gittiler, fakat Allah sözcüğünden başka her tarafının güve tarafından yendiğini gördüler. Müşrikler ne diyeceklerini ne yapacakların şaşırdılar ve üç senedir devam eden bu ambargoyu –muhasarayı kaldırdılar.

Hazreti Hatice validemiz dert ve üzüntüler içerisinde geçen bu üç seneden sonra Ramazan ayının başında 65 yaşında vefat ettiler. Aynı sene içerisinde Peygamberimizin amcası Ebu Talip’te öldü. Bundan dolayı bu seneye “ SENET-ÜL- HÜZN “ yani hüzün senesi denildi.

            4-MİRAC ÖNCESİNDE TAİFLİLERİN İSLAMA DAVETİ

 

Müşrikler Sevgili Peygamberimizden birçok mucize gördükleri halde, inatlarından iman etmediler. Üstelik Müslüman olan çocuklarına, kardeşlerine, akrabalarına ve arkadaşlarına arkadaş, akraba demeyip her türlü kötülüğü yaptılar. Onların bu kötülüklerinden bunalan Sevgili Peygamberimiz Mekke’nin yakınlarındaki Taif’e giderek, halkını İslam’a davet ettiler. Yanlarında Zeyd bin Haris vardı. Taiflileri İslam’a davet ettiler, Taifliler İslam’a girmeyi reddetmekle kalmayıp, Peygamber Efendimizle alay ettiler. Çocukları ve gençleri Peygamberimizin geçeceği yolun kenarına dizip üzerine taş yağdırdılar. Zeyd Hazretleri vücudunu peygamberimize siper ederek O’nu korumaya çalıştılar. Buna rağmen Sevgili Peygamberimiz “Ya Rabbi onları affet, çünkü bilmiyorlar!“ diye duada bulundu.

Sevgili Peygamberimiz bu olaydan sonra Mekke’ye döndü, halkı İslam’a davete devam etti. Hicretten bir yıl önce yine böyle hüzünlü bir günde Recep Ayının 27. gününde amcası Ebu Talib’in kızı Ümmi Hani’nin evine geldi. Ümmi Hani: “ Kimdir o “ deyince Resulüllah Efendimiz: “Amcan oğlu Muhammed’im. Kabul edersen, misafir geldim” buyurdu.

Ümmi Hani; “Senin gibi doğru sözlü, emin, asil, şerefli misafire can fedâ olsun. Yalnız, teşrifinizi önceden bildirseydiniz, bir şeyler hazırlardım. Şimdi yedirecek bir şeyim yok “ dedi.

Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi vesellem: “Yiyecek, içecek istemem. Hiç biri gözümde yok. Rabbime ibadet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetişir” buyurdu.

Ümmi Hani, Sevgili Peygamberimizi içeri alıp; bir hasır, leğen ve ibrik verdi. Gelen misafire ikram etmek, onu düşmandan korumak, Araplar için en şerefli görev sayılırdı. Bir evdeki misafire zarar gelmesi ev sahibi için büyük bir yüz karası sayılırdı. Ümmi Hani, peygamberimizin düşmanlarının çok olduğunu bildiğinden elinde kılıçla sabaha kadar evin etrafında dolandı, nöbet tuttu.

Sevgili eşini ve koruyucusu amcası Ebu Talib’i kaybeden ve müşriklerin inatlarında direnip Müslüman olmayışlarından dolayı çok üzüntülü olan Sevgili Peygamberimiz, abdest almış, namaz kılmış ve Allah’a yalvarmaya başlamıştı. Çok yorgundu, aç ve perişan bir vaziyette idi. Bu vaziyette iken hasırın üzerinde uyuyuverdi.

O anda Allahü Teâla Cebrail Aleyhisselama: “Sevgili Peygamberimi çok üzdüm. Mübarek bedenini, nazik kalbini çok incittim. Bu halde yine bana yalvarıyor. Benden başka bir şey düşünmüyor. Git Habibimi getir! Cennetimi, cehennemimi göster. O’na ve O’nu sevenlere hazırladığım nimetleri görsün. O’na inanmayanlara, sözleri, yazıları ve hareketleri ile O’nu incitenlere hazırladığımız azapları görsün. O’nu ben teselli edecek ve kalbinin yaralarını ben saracağım “buyurdu.

Cenâb-ı Hak, eşini, amcasını kaybeden, müşriklerin her türlü eza ve cefasına katlanan Sevgili Peygamberimizi bu sıkıntılardan kurtarmak ve O’nu mükâfatlandırmak istedi ve Sevgili Peygamberimizi miraçla kendi cemalini göstermekle ve kendisiyle konuşmakla mükâfatlandırdı. Ayrıca Cenâb-ı Allah Peygamberinin hem madden hem de manen yücelmesini istemiştir. Nitekim Meryem suresi 57. ayette: “Onu üstün bir makama yükselttik“ denilmektedir.

Önce Mescidi Aksa Sonra Göklere Ulaşma

Cebrail Aleyhisselam, Resulüllah’ın yanına gelip önce Kabe’ye sonra da bir anda Mescid-i Aksa’ya, oradan da yedi kat göklere çıktılar. Şimdi bundan sonrasını Sevgili Peygamberimizin ağzından dinleyelim:

Enes b. Malik (r.) Peygamberimizden anlatıyor:

“ Resulüllah (s) Efendimizin gece yolculuğunda, Kâbe’de uyuduğu bir sırada kendisine bu hususta vahiy inmeden önce üç melek geliyor. Onlardan biri, “Hangisidir O? ” diye soruyor. İkincisi, “ O, onların en hayırlısıdır! “ diye cevap veriyor. Üçüncüsü ise, “ Hayırlı olanı yakalayın “ diyor. O gece Peygamber (s.) melekleri görmüyor. Diğer bir gece yine melekler geliyorlar. Peygamber’in (s.) ise kalbi ( onları ) görüyor, gözleri uyuyor.

Çünkü O’nun kalbi uyumaz. Zaten peygamberler hep öyledirler. Gözleri uyur, ama kalpleri uyumaz. Melekler ikinci gece O’nunla hiç konuşmadan kendisini alıp Zemzem Kuyusu’nun yanına götürüyorlar. Onlardan Cibril, ilgilenerek Peygamber (s.) Efendimizin göğsünü yarıyor, içini boşaltıp kendi eliyle zemzem dökerek yıkayıp iyice temizliyor. Sonra altından bir leğen ve içinde altından bir tas getiriyor ki, bu kaplarda iman ve hikmet bulunuyordu. Onu Peygamberim (s.), boyun damarlarına ulaşıncaya kadar ( kalbine ) boşaltıyor. Göğsünü kapattıktan sonra O’nu alıp Dünya Seması’na yükseltiyor. Göğün kapılarından biri açılıyor. Gök Ehli: “ Kimdir o?” diye sesleniyorlar. “ Ben Cebrail’im “ diyor. “ Yanındaki kim? “ diye soruyorlar. O da: “ Muhammed’dir “ diyor. Gök Ehli: “ O, peygamber olarak gönderildi mi? “ diye soruyorlar. Cibril de: “Evet “ diyor. Gök Ehli: “O’na merhaba ve hoş geldi diyoruz.” Söyleyerek birbirlerini müjdeliyorlar. Çünkü göklerin (melekler), Allah’ın Muhammed (s.) ile yeryüzünde neyi irade ettiğini, kendilerine bildirmedikçe bilemezler.

5-HZ. PEYGAMBERİMİZİN DİĞER PEYGAMBERLERLE BULUŞMASI

Birinci gökte Âdem (a.s..) ile buluşuyorlar. Cibril, “ bu senin baban Âdem’dir “ diyor. Peygamberimiz (s.) Adem’(a.s.)e selam veriyor. O da O’nun selamını alıp cevaplıyor ve “ evladıma merhaba, hoş geldin. Ne güzel evlatsın sen! “ diyor.

Bu arada Peygamberimiz (s.) gökte akmakta olan iki ırmak görüyor ve “ bunlar nedir ya Cibril? “ diye soruyor. O da, “ Nil ile Fırat’ın aslı (maddesi veya benzeri) dir. “ diyor. Böylece gökte bir süre yol aldıktan sonra üzerinde inci ve zeberceden bir saray bulunan başka bir ırmağa rastlıyorlar. Eliyle ırmağa dokununca, onun çok güzel misk kokulu bir ırmak olduğunu görüyor.  “Bu nedir ya Cibril? “ diye soruyor. O da Rabbi’nin sana hazırladığı Kevser’dir “ diyor.

İKİNCİ GÖK

Sonra Melek Cebrail, Peygamberimizle beraber ikinci göğe yükseliyor. Birinci göktekiler gibi, onlar da “ Bu kim? “ diye soruyorlar. “Ben Cibrilim“ diyor. Onlar “Beraberindeki kim?“ diye soruyorlar. “ Muhammed’dir.” diyor. Onlar: “O, Peygambere olarak gönderildi mi? “ diye soruyorlar. Cebrail: “ Evet gönderildi” diyor. Melekler O’na. “ Merhaba, hoş geldir “ diyorlar.

ÜÇÜNCÜ GÖK

Sonra üçüncü göğe yükseliyorlar, orada da birinci ve ikinci gökte sorulan sorular soruluyor. Sonra dördüncü göğe yükseliyorlar. Aynı sorular orada da soruluyor. Sonra beşinci göğe yükseliyorlar. Benzer sorular orada da soruluyor ve altıncı göğe yükseliyorlar. Orada da aynı şeyler soruluyor. Sonra yedinci göğe yükseliyorlar. Orada da benzeri şeyler soruluyor.

HER GÖKTE BİR PEYGAMBER

Her gökte peygamberlerin birkaç tanesi bulunuyor ki, peygamberimiz ( s.) onları bir bir isimleriyle andı. Onlardan İdris’e ikinci gökte, Harun’a dördüncü gökte, bir diğerine – ki ismini hatırlayamadım- beşinci gökte rastlıyor. İbrahim’e altıncı gökte, Musa’ya yedinci gökte rastlıyor. Bu da Musa’nın ilahi kelamla üstün tutulmasının belirtisidir. Nitekim vaktiyle Musa, “Rabbım! Bir başkasını benim üzerime yükselteceğini sanmıyorum “ demişti.

Sonra Melek Cibril, Peygamberimizle (s) beraber yedinci göğün üstüne yükseliyorlar ki, oraları Allah’tan başkası bilmez. Tâ ki, Sidretü’l Münteha “ya geliyorlar. Cebrail, “Benim sınırım, buraya kadardır, buradan ileri bir adım daha atamam, atarsam yanarım” diyor.) Cebbar olan Rabbü’l- İzzet (rahmetiyle ) yaklaşıyor ve ( kudretini, azametini ) sarkıtıyor. Öyle ki iki yay, ya da daha az bir mesafe kalıyor.

ELLİ VAKİT NAMAZ

Alah,(c) bu makamda Peygamberimize vahyettiğini vahyediyor ve bu arada Peygamberimizin ümmetine bir gün, bir gecede ( kılınmak üzere ) elli vakit namaz farz kılıyor. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) oradan inerken Musa ile karşılaşıyor, Musa: “Ya Muhamed! Rabbin sana ne gibi ahitte bulundu? “ diye soruyor. O da: “ Bir gün bir gecede elli vakit namaz...” diye cevap veriyor. Bunun üzerine Musa: “ Ümmetin buna güç yetiremez. Dön de Rabbinden hafifletilmesini iste!” diyor. Peygamber (s) Cebrail’e dönüp işaretini bekliyor. O da: “ Evet dilersen Rabbına yüksel “ diyor. Peygamber (a.s.) bulunduğu yerde. “ Ya Rabbi bunu hafiflet. Çünkü ümmetim buna güç yetiremez” diyor. Allah (c) on vakit kaldırıyor... Derken gide gele bu namazı beş vakte düşürüyor. Musa yine: “ Ya Muhammed! Vallahi bundan daha az bir namazı İsrail oğullarına teklif ettim, gevşeklik ve zaaf göstererek terk ettiler. Oysa senin ümmetin beden, kalp, göz ve kulak bakımından daha kudretli değildirler. Rabbına dön de bunun hafifletilmesini iste” diyor. Peygamberimiz yine Cibril’e dönüp işaret bekliyor. Cibril bunu uygun karşılıyor ve Peygamberimiz tekrar durumu Rabbına arz ediyor: “ Ya Rabbi! Ümmetimin bedenleri, kalpleri, gözleri ve kulakları daha kuvvetli değildirler. Beş ( vakit ) namız hafiflet “ diye istekte bulunuyor. Bunun üzerine

Beş Vakte Elli Vakit Sevabı

Cenâb-ı Hak:

Ya Muhammed! Diye sesleniyor. O da:

Buyur Rabbım! Emrine hazır bekliyorum, diyor. Allah:

-Artık söz benim yanımda değişmez. Bu, Ümmü’l Kitap’ta farz kılındığı gibidir. Her iyilik on misliyle karşılık görür. Namaz Ümmü’l Kitap’ta elli (vakit) dir ve beş ( vakit ) namaz olarak sana farz kılınmıştır.

Peygamber (a.s.), Musa’ya (a.s.) döndüğünde, Mua (a.s.) soruyor:

Ne yaptın, ya Muhammed? O da:

Rabbım hafifletti: “ Her iyilik on misliyle karşılık görür “ buyurdu. Diye cevap

Veriyor. Musa (a.s.) ona:

Ben bu konuda daha azıyla İsrail oğulları’nı denedim, yapamadılar, terk ettiler. Sen

Rabbına dön de hafifletilmesini dile, diyerek öneride bulunuyor. Peygamberimiz (a.s.) ona şöyle diyor:

Ya Musa And olsun ki, Rabbımdan utandım. Artık bu hususta istekte bulunamam. Musa (a.s):

Öyle ise, Allah’ın ismiyle yeryüzüne in! Diyor. Peygamberimiz de (a.s) o halden sıyrılıp kendisine gelince, kendini Mescidü’l Haram’da buluyor.” (Buhari / Kitabü’t-Tevhid: Enes b Malik (RA)den nakil,  Celal Yıldırım, “ İmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri “ cilt:7, İsra Suresi’nin tefsirinden alınmıştır.)

Hicretten bir buçuk yıl önce Recep Ayının 27. gecesi gerçekleşen bu olağanüstü olay halk arasında duyulunca Kureyşliler Peygamberimizi yalanladılar. Peygamberimizi soru yağmuruna tuttular,  özellikle Mescid-i Aksa ile ilgili sorular sordular.

Peygamber Efendimiz bu konu ile ilgili olarak şöyle söylemiştir:

“ Beytü’l- Makdis’e gecenin az bir bölümünde yolculuk yaptığımı duyan Kureyş Kabilesi beni yalanladılar. Bunun üzerine Hicir’de ayağa kalktım. Allah, Beytü’l- Makdis’i getirip önüme koydu. Ona bakarak oradaki alametleri bir bir onlara haber verdim.”(Beyhaki: Saad b. Müseyyeb’den)

 

6-İSRA VE MİRAÇYAZILARI/ MİRAÇ’TA PEYGAMBER (A.S.) VERİLEN HEDİYELER

Sahih rivayetlere göre: Miraç’ta Peygamber Efendimize üç büyük hediye verilmiştir:

Bakara suresinin son kısmı (Son iki ayet; amenerrasûlü)

Beş vakit namaz, ki “Mü’minin Miracıdır.”

Allah’a ortak koşmadıkları halde büyük günah işleyen müminlerin bağışlanacağı müjdesi.

ŞEFEAT: “Her Peygamberin makul bir duası vardır ki hemen hepsi bu hususta acele edip (Dünyada dile getirmiştir ) Ben ise duamı ümmetim için şefaatte bulunmam arzusuyla Kıyamet gününe bıraktım. Ümmetimden Allah’a bir şeyi ortak koşmadığı halde ölen kimse inşaallah buna nail olacaktır.” (Müslim/ İman, Buhari/ Daavat, Tirmizi/ Daavat ( C.Y.493 )

“ Lailahe illallah diyen cennete girer.” İmam-ı Nevevi diyorki : “ Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp (şirk ve ortak koşmayan) şahadette bulunan her müvahhid, ya affedilerek hemen Cennete konulur, ya da gereken cezayı çektikten sonra oraya alınır. Cehennem ateşinin ona haram kılınmasından maksat ise, orada ebediyen kalmayacağıdır.” Demiştir

Bilindiği gibi Miraçta Cebrail aleyhisselam Sidretülmünteha denen yere kadar Peygamber Efendimize refakat etti ve orada Peygamber Efendimize kendisi için sınırın bu mekân olduğunu artık daha ileri gidemeyeceğini belirtti. Münteha son nokta, nihâi hedef manasına gelir. Meleklerin ilmi orada son bulduğu için buraya “Sidretu'l-Münteha” dendiği belirtilir. Bu durumda Sidretu'l-Münteha tâbirini daha açık bir ifade ile hudud diyebiliriz Yaratılmışların âlemi ile esma ve İlahi âlemini ayıran hudud’dur. İmâm Nevevî, o hududu, Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) hariç hiç kimsenin aşamadığını söyler.

Peygamber efendimiz Sidre-i Münteha’da Cebrail’i yalnız bırakıp arşa yükseldi. Selam vererek huzuru bakiye vardı ve “Ettehiyyatü lillâhi vessalavatü vet tayyibât” (Dil ile beden ile mal ile yapılan ibadetler, bütün selamlar, senâlar ve dualar Allah içindir” dedi. Yüce Allah, Peygamberimizin bu hitabına “Esselâmü aleyke yâ eyyühennebiyyü ve rahmetüllahi ve berekatüh” (Selamım, rahmetim ve bereketim senin üzerine olsun Ey Nebim, Ey Peygamberim” diyerek selamını aldı. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz, “Esselâmü aleynâ ve alâ ibadillâhissalhîn” (Selam bize ve Allah’ın salih kulları üzerine olsun”  dedi.  Sonra : “Eşhedü enlâilâhe illallah”“ (Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka Tanrı yoktur” dedi. Rabbi şu cevabı verdi: “Eşhedüenne Muhammeden abdühü verasulühü”  Ben de şahitlik ederim ki Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.”  İşte Tahiyyat duasını okumak açısından da namaz mü’minin Miracı ve Cenâb-ı Hak’la konuşmasıdır. Namaz kılarken bu konuşmayı hatırlamak, Allah’ın huzurunda tıpkı Miraç’ta Peygamber Efendimizin olduğu gibi olduğumuzu ve Allah’la konuştuğumuzu düşünmek, namazda huşuyu yakalamak açısından çok önemlidir. (Muharrem Günay, Namaz ve Namazı İkâme Etmek, 157,158)

 

7-SATUK BUĞRA HAN VE HZ.MUHAMMED

 

Rivayetlere göre Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Miraç’ta iken peygamberler arasında ak sakallı bir kimseyi görüp, Cebrail’e tanımadığı bu kişinin hangi peygamber olduğunu sordu. Cebrail Alayhisselam da :” O’nun Peygamber olmayıp, Türkistan’ı İslamiyet’e sokacak olan Satuk Buğra Han’ın ruhu olduğunu söyledi. Satuk Buğra Han, tarihte ilk Müslüman Türk Devleti olarak bilinen Karahanlılar Türk devletinin hakanıdır. Mekkeli müşriklerden çok eziyet ve zulüm gören ve henüz sayıları bin dahi olmayan Peygamberimiz ticari faaliyetlerden tanıdığı Türklerin ve onların ülkesi Türkistan’ın Müslüman olacağını duyunca çok sevindi ve Satuk Buğra han ve Türkler için duada bulundu.Miraç dönüşünde bu müjdeyi de ashabına veren Peygamberimiz, ashabın da ya Resulüllah “Keşke biz de o muhterem zatı görseydik “ demeleri üzerine, Sevgili Peygamberimiz dua etmiş ve başlarında Türk külahı olan kırk kişilik bir Türk birliği başlarında Satuk Buğra Han olmak üzere yaklaşmış ve Sevgili Peygamberimizi ve ashabını selamlayarak geçip gitmişlerdir.Bu kırk kişinin arasında Samani Ebu Nasr’ın ruhu da varmış. Rivayetlere göre Samani Ebu Nasr, Türkler arasında İslamiyet’i yaymak amacıyla ticarete başlamış, bir gece rüyasında Sevgili Peygamberimizi görmüş, Sevgili Peygamberimiz O’na . “ Kalk ya Nasr, Türkistan’ın yolunu tut. Orada Satuk Buğra Han Müslüman olmak için seni bekliyor” demiştir. Bunun üzerine Ebu Nasr, Türkistan’a gelir;

 

Ebu Nasr ile karşılaşan Satuk Buğra on yaşında iken Müslüman olur, amcası Harun Buğra’nın ölümü üzerine hanlık makamına geçer, miladi 922 yılında gerçekleşen bu olay neticesinde 200 bin çadırlık bir Türk kitlesi topluca Müslüman olur. Yine aynı tarihlerde İtil-Volga dolaylarında yaşayan Bulgar Türkleri, hükümdarları ALMIŞ’ın öncülüğünde 200 binin üzerinde bir aile sayısı ile topluca Müslüman olmuştur. Tarihçiler, bu Müslüman olan ilk Türklerin sabah namazını kaçırırız düşüncesiyle gece uyumadıklarını naklederler.

Yukarıdaki olay bir rivayetten ibarettir. Böyle bir olayın gerçekleşmiş veya gerçekleşmemiş olduğu kesin değildir. Fakat millet olarak biz bu rivayetin ruhuna sadık bir millet olduğumuza inanıyor ve kendimizi Allah’ın ve Hz. Peygamberin ordusu ve İslâm’ın askerleri olarak görüyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti dünya üzerinde kurulmuş diğer devletler gibi basit ve sıradan bir devlet değil ve Türk milleti de basit ve sıradan bir millet değildir. Türkiye Cumhuriyeti hem Türk Dünyası’nın hem İslam Dünyası’nın hem de mazlum milletlerin ve insanlığın kutup yıldızı ve umut kaynağıdır. Allah (c.c.) bu millete yüce bir misyon yüklemiş ve görevler vermiştir. Bu millet “Asâkir-i İslam/İslam’ın askerleri”, “Cundullah/Allah’ın Ordusu” ve “ Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye/ Hz. Muhammed’in galip gelmiş ordusu’” ve her bir ferdi “Mehmetcik” tir. Milletimizin her bir ferdi hangi etnik kökene mensup olursa olsun bu bilinçle hareket etmeli, bir ve beraber olmalı, dosta güven, düşmana korku salmalıdır.

 

 

8-PEYGAMBERİMİZ MİRAÇTA BAŞKA NELER GÖRDÜ?

Peygamber Efendimiz Miraç’ta gördüklerini şöyle anlatır:

 “ Göğe çıkarıldığım gece Cebrail ( a.s ) gördüm, Allah korkusundan eski kilim gibi titriyordu.” (Rumuz el Ehadis: 353/6)

 “ Miraç’ta ümmetler bana gösterildi, ümmetimin çokluğu beni sevindirdi. Razı oldun mu? Diye bana soruldu. Ben de evet razıyım, dedim. Yetmiş bin kişi hesapsız cennete girecek, denildi. Bunlar kin tutmayan, efsun-büyü ettirmeyeler, Allah (CC)a tevekkül edenler” dendi.

 “Miraç’a götürüldüğüm gece cennette yüksek seviyede yapılmış köşkler gördüm. Cebrail’e :

- Bunlar kimin içindir, diye sordum. Cebrail:

“ Öfkesini yenenler ve insanları af edenler içindir.” (  Rumuz el Ehadis 287/11 )

- “ Karınları şiş kimseler gördüm. Firavun taifesi onları çiğniyorlardı.

-Kim bunlar, dedim. Cebrail:

-Faiz yiyenler, dedi.

 Bazısı pislik yiyor, bazıları avret yerlerinde bir yama ile hayvanlar gibi otluyor, bazıları memelerinden, bazıları ayaklarından asılı bir topluluk gördüm:

- Kim bunlar, diye sordum. Cebrail:

- Zina edenler, çocuklarını öldürenlerdir. Dedi.

 Kendi etlerini yiyenler, derilerinden kesilip ağızlarına tıkılanlar gördüm.

- Kim bunlar, diye sordum. Cebrail:

- Dedi kodu yapanlar dedi.

* Başları taşla ezilen bir topluluğa rastladım. Başlar eziliyor kısa zamanda tekrar eski haline dönüyor, tekrar eziliyordu.

- Kim bunlar, dedim. Cebrail (as)

- Başları namaz kılmayan kimselerdir, dedi.

 Dil ve dudakları kesilen, kısa zamanda iyileşen, tekrar kesilenler gördüm.

- Kim bunlar, dedim. Cebrail (a.s.)

- İnsanları, fitneye çağıran, aralarına fitne sokan-insanların arasını açanlardır, dedi.

Dudakları deve dudağı gibi kimseler vardı. Parça parça et kesiliyor, ağızlarına da ateşten taş koyuyorlar, taşlar dübürlerinden çıkıyordu.

- Kim bunlar, dedim. Cebrail (as):

- Hak yiyenlerdir, dedi.

Bir topluluk gördüm önlerinde sofra vardı. Sofra güzel yemeklerle donatılmıştı, onlar o yemekleri bırakıp pislik yiyorlardı. Kim olduklarını sordum.

- Helal eşlerini bırakıp harama yönelenlerdir, denildi.

Miraç gecesi, bir kavme uğradım ki, karınları evler gibi şiş idi. Bu şiş karınlar yılanlarla dolu idi ve yılanlar dışarıdan gözüküyordu. Ben ey Cebrail! Bunlar kimlerdir? Diye sordum.

- Bunlar faiz yiyenlerdir, dedi. (Kütüb-i sitte: 17/ 264, Rumuz el Ehadis: 15/6)

9-MÜBAREK GÜN VE  GECELERİ NASIL DEĞERLENDİRMELİYİZ

Miraç gecesine özel ibadet bulunmamaktadır. Fakat gündüzünde oruçlu olmanın, geceyi nafile ve kaza namazları ile eda etmenin ecri büyüktür.

Peygamber Efendimiz “Bir kimse Recep ayında oruç tutsa, Allah Teâlâ tarafından üç türlü lütûf ve inâyete mazhâr olur. Bunlardan biri, Allah Teâlâ onun geçmiş günahlarının tümünü mağfiret eder. İkincisi, ondan sonraki hayatında da onu korur. Üçüncüsü, mahşer yerinde, susuzluktan emîn olur.” buyurdu. (Gunye 1/181-182)

Recebin 27. Gecesinde yâni Miraçta tutulan orucun 60 yıllık oruç sevabına denk geldiğine dair rivayetler vardır.  Hadis-i şerif 'te buyuruluyor ki :

“Recebin 27. günü oruç tutana, 60 yıllık oruç sevabı verilir.” [İ.Gazali]

Miraç hafta içi bir güne denk gelirse sadece o gün oruç tutmak yeterli olur. Ancak Cuma’ya denk gelirse orucu perşembe veya cumartesi ile birlikte tutmak  (Perşembe-Cuma veya Cuma Cumartesi ) gerekir. Cumartesi gününe rastlarsa, Cuma ile cumartesi veya cumartesi ile Pazar günü beraber tutmak gerekir.

Miraç: Yükselmek demek olduğuna göre bu gece derecemizi yükseltecek çok şeyler yapmalıyız. Geceyi tövbe ve istiğfarla geçirmeliyiz. Allah’ı bol bol zikir etmeliyiz. Tefekkür etmeliyiz, yani düşünmeliyiz. Din, tefekkürdür, din ve dini kural, hüküm ve ibadetler akıl sahipleri içindir. Bir dakikalık tefekkür bir gecelik ibadetten makbuldür. Bu gece Allah’ın varlığını, gücünü, kudretini, ölümü, cenneti cehennemi bolca tefekkür edelim. Kaza namazlarımız varsa kılmalıyız. Nafile namaz kılmalıyız. Allah Resulüne bol bol salâvat getirmeliyiz. Bu gecenin gündüzünde iyilikte ve ihsanda bulunmalıyız, komşularımızın, aile büyüklerimizin, akrabalarımızın kandillerini kutlamalıyız.

Namaz, Allah ile kul arasında bir bağdır. Kılınması bağın kuvvet bulmasına, terk edilmesi ise zayıflamasına sebeptir. Bu bakımdan namaz dinin direği sayılmıştır.

Kul, kıyamet gününde Allah'ın huzurunda dünyada yaptıklarının hesabını verirken, Allah'ın hakkı olarak, ilk önce namazdan sorguya çekilecektir. Bunun hesabını verebilirse mutluluğa erecek, diğer hesapları vermek kolaylaşacaktır. Bu husus Peygamber Efendimiz tarafından böyle haber verilmiştir. Bunun içindir ki Peygamberimizin ümmetine son tavsiyesi namaz olmuştur.

Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyuruyor:

“ Kul, namaza kalktığı zaman, Allah kendisi ile onun arasındaki perdeyi kaldırır, onunla yüz yüze gelir. Melekler de omuzlarının hizasından itibaren tâ arşa kadar sema boşluğunu doldururlar. Onun namazı ile beraber namaz kılarlar ve onun yaptığı dualara    “âmin” derler. Göklerin tam ortasından, namaz kılan kimsenin tepesinden tırnağına kadar rahmet yağar. Allah’ın münadilerinden birisi şöyle bağırır:

Eğer şu münacaat eden kul kiminle münacaat ettiğini bilseydi, gözleri sağa sola kaymazdı. Muhakkak göklerin kapısı namaz kılanlar için açılır. Cenâb-ı Hakk nama kılan kulu ile meleklere karşı iftihar eder.” ( İ.Gazali, İhya 1/ 428 )

İnsan kılmış olduğu namaz ve diğer ibadetleriyle meleklerden de yüce bir makama ve mertebeye ulaşır. Çünkü her meleğin tespit edilmiş bir derecesi vardır, onların bu dereceleri ne artar ne eksilir. Ama insanoğlu böyle değildir. İnsan ibadetiyle sürekli olarak yükselir ve Cenâb-ı Hak’ka yaklaşır.

10-NAFİLE NAMAZIN ÖNEMİ

Kıyamet günü Cenabı Allah, “getirin bakalım kulumun farz namazlarını”  farz namazlar eksik çıkınca “farzların yerine varsa nafile-sünnet namazları sayın” diyecek bu bakımdan sünnet ve nafile namazları kılmaya bilhassa sünnetleri kılmaya azami dikkat gösterelim. Ebu Hureyre bir hadiste : “ Allah’ın  Farz ibadetlerle kulum azaptan kurtuldu. Nafile ibadetlerle de kulum bana yaklaştı “ dediğini nakletmiştir. ( İ.Gazali, ihya 1.cilt,433 )

Namaz, her bakımdan insanın temizlenmesine vesile olur. Çünkü namaz kılmak için insanın hem bedeninin, hem elbiselerinin hem de namaz kılacağı yerin temiz olması gerekir. İki namaz arasında kirlenen ruhlar ancak namaz ile temizlenir.Namazın bir gün boyunca değişik vakitlerde kılınmasının hikmeti; bu vakitler arasında işlenen günahlara keffaret olması içindir.  Nitekim Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: " Her hangi birinizin kapısının önünde nehir bulunup da o kimse o nehirde günde beş defa yıkansa o kimsede kirden bir eser kalır mı? Namazda böyledir. Namaz kılan insanda da günah diye bir şey kalmaz. Kılınan namazın hatırına Allah Teâlâ o günkü günahların tamamını siler."

Mîrâc’daki en mühim hususlardan biri, beş vakit namazın farz kılınmasıdır. Hak dostları bu gecede namaz kılmanın ehemmiyetine dikkat çekmişler ve namaz borcu olanların kaza namazı kılmalarını tavsiye etmişlerdir.

Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.) Dualar ve Zikirler kitabında “Miraç Gecesi Namazı”nı şöyle anlatılmaktadır:

“Receb-i Şerîf’in yirmiyedinci gecesine müsadif olan (denk gelen)  mübarek Leyle-i Mi’rac’da oniki rek’at nafile namaz kılınması müstahsen görülmüşdür. Her rek’atda Fâtihâ-i şerîfeden sonra başka bir sûre okuyarak iki rek’atda bir selâm vermeli ve sonra yüz kere: “Sübhânellâhi velhamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber.”

“Allah’ı tesbih ederim/bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim, hamd Allah’a mahsustur, Allah’tan başka ilâh yoktur, Allah en büyüktür.” zikrini okumalı. Sonra yüz kere istiğfar etmeli ve yüz kere de Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz’e salât ve selâm göndermelidir. Bunlardan sonra da kendisi için istediği şekilde dua eder.”

Nafile ibadetlerin yapılan duaların yanında bir de yüzyıllar boyu kök salmış gelenek ve göreneklerimize göre mübarek gün ve gecelerde büyüklerimizi ziyaret etmek, onların hayır dualarını almak, ev halkına, yoksullara, komşularımıza iyilik ve ikramda bulunmak, hediyeleşmek, sadaka vermek ve özellikle çocukları ve yetimleri, kimsesizleri sevindirmek güzel adetlerdendir. Halkımız arasında Pîri Türkistan olarak bilinen Hoca Ahmed Yesevi hazretleri Peygamber Efendimizi bu yüce mertebeye ulaştıran sırrı, Peygamber Efendimizin yetimlere, gariplere sahip çıkmasına ve onları sevindirmesine bağlar. Hoca Ahmed Yesevi Peygamber Efendimizin ulaşmış olduğu bu yüce mertebeyi Divani Hikmet adlı eserinde şöyle açıklar:

             Sözü söyledim, kim isterse Allah'ı görmek
        Canını canına bağlasın, damarlarını eklesin
        Garip, yetim, fakirlerin gönlünü alsın.

             Garip, fakir, yetimlerle Elçi ilgilendi
         O gecede Mirac oldu Allah'ı gördü
        Döndü geldi yine fakirlerin halini sordu.

Kur’an bize, yetimlere, yolda kalmışlara, akrabaya, yoksula yardımda bulunanların Allah’ın rızasını kazanacağını ve O’nun cennette cemalini göreceğini birçok ayette müjdeliyor.


       Buyrun er-Rûm suresine; işte 38. ayet:

 Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa, (iyilik ve yardımla) hakkını verin. Bu, Allah’ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa ve murada erenlerin ta kendileridir. (Rum 30/38)

            Cenâbı Hakk,” Haydi akrabaya, yoksula, yol oğluna hakkını ver. Bu Allah’ın rızasını/cemali'ni dilemekte olanlar için hayırlıdır ve onlar korktuklarından emin, umduklarına nail olacaklardır” diyor.

Ayet çok açık değil mi? Allah’ın rızasını, cemali'ni dileyenler, yani Allaha ulaşmak ve O’nu görmek isteyenler, yani kendileri için Mirac talebinde bulunanlar, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa haklarını verecekler. Yüce Kur'an "hak"larını ver diyor. Yani verilen onların hakkı olandır. Yüce Kur'an güvence veriyor. Diyor ki: "Onlar korktuklarından emin olacaklar; umduklarına erişeceklerdir."

Yine Yüce Kur'an'a bakalım. el-İnsan ed-Dehr suresi sekizinci ayet ve devamında:

“Yoksula, yetime ve esire, kendilerinin ‘arzu ve ihtiyaçları’ varken/‘seve seve’ yemek yedirirler: “Doğrusu biz sizi, sadece Allah’ın rızası için yediriyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür de istemiyoruz. Çünkü biz ‘yüzleri ekşiten ve asık suratlı yapan’ (dehşetli ve kara) bir günde Rabbimizden korkarız.” (derlerdi). (İnsan 76/8-9-10.)  [bk. 59/9]

Ne diyordu Ahmet Yesevi atamız Hikmetli Divanında:

            "Kim Allah'a ulaşmak istiyorsa... Garip, yoksul, yetimlerin gönlünü alsın..." Sevgili Peygamberimiz de ömrü boyunca hep öyle yaptı, yetimi ve yoksulu kolladı; çünkü kendisi de bir yetimdi ve yetimlerin halinden en çok O anlardı. Hoca Ahmet Yesevi’ye göre bu sayede ol Rasul Mirac’a ve Miraç’ta Allah ile görüşmek lütfüne ulaşmıştı…

            Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri Peygamber Efendimizin yetimlere nasıl muamele ettiğini şöyle anlatır:

             Resul önüne bir yetim gelmişti
        Garip ve müptelâyım demişti
         Acıdı Resul onun haline
        İstediğini verdi eline
        Resul dedi ben de bir yetimim
        Yetimlik ve gariplikle yetişdim
          Muhammed dedi ki kim ki yetimdir
        Biliniz o benim has ümmetimdir
        Yetimi görseniz incitmeyiniz
        Garibi görseniz küstürmeyiniz.

11-MÜBAREK GECELERDE TEFEKKÜR EDELİM

Yüce kitabımız bizi sık sık tefekküre, düşünmeye davet eder. Mübarek gün ve geceler tefekkür için, Allah rızası için gözyaşı dökmek için  ayrıca bir fırsattır.

Tefekkür, ”düşünmek “ demektir. Tefekkür mâna âlemine açılan öyle bir penceredir ki; enbiyalar ve Allah’ın veli kuları hep bu pencereden ilahi sırları seyre dalmışlar ve mana aleminde büyük mesafe almışlardır.

Hz.Aişe validemiz anlatıyor:

Resulullah (S.A.V.)  namaz kılıyor ve ağlıyordu. Namazdan sonra:

Niçin ağlıyorsun ya Resulallah? Dedim. Buyurdular ki:

Hakikat göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde ( ve uzayıp kısalmasında ) temiz akıl sahipleri için elbette ibret verici deliller vardır” ( Ali imran 189) Bundan sonra:

Bu ayeti kerimeyi okuyup tefekkür etmeyene yazıklar olsun” buyurdular.

Bir hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)

“ Ağız tadını bozan ölümü çok hatırlayın “( et- Tacterc. Cilt:1/582 Tirmizi ve Nesai’den )  İşte tasavvufun temel taşlarından birisini oluşturan “ Tefekkürül mevt- Rabıta-ı mevt “ yani ölümü düşünmek, yıkandığını, teneşir üzerine koyulduğunu, cenaze namazının kılındığını, kabire konulduğunu düşünmek insanı Allah ve Resulüne yakıştırır. Hayatımıza bambaşka bir anlam ve tad katar.

Cenâb-ı Hak Kur’an’da sıs sık bizi tefekküre yani düşünmeye davet eder, dinin emirleri zaten akıl sahiplerinedir. Deliler, akıl sahipleri ve mecnunlar dini emir ve yasaklardan ve hesap gününden muaftırlar. İşte Kur’an’dan bazı ayetler:

“(Allah) onunla ( su ile ) sizin için ekin (ler ), zeytin(ler), hurma ağaçları, üzümler ve meyve ağaçları, üzümler ve meyvelerin her birinden ( nice rızıklar ) bitiriyor. Bunların her birinde tefekkür edecek bir zümre için elbette birer ayet vardır.” ( Nahl 11 )

“ Geceyi, gündüzü, güneşi ayı siz(in hizmetiniz)e O raam etti. Yıldızlar da O’nun emrine boyun eğmişlerdir. Bunların her birinde aklını kullanacak bir zümre için elbette ayetler vardır.”(Nahl 12 )

“ O gökleri, o yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması da O’nun ( Yani Allah’ın ) ayetlerindendir. ( varlığını, gücünü, kudretini gösteren delillerindendir.) Hakikat bunlarda düşünenler için ibretler vardır.”( Er Rum/ 22 )

Sevgili Peygamberimiz:

“ Gözlerinize ibadetten pay ayırınız “ buyuruyor. Bunu nasıl yapalım dediklerinde:

“Kur’an-ı Kerim sayfalarını okumakla, onu tefekkür etmekle ve ondaki akıllara durgunluk veren hallerden ibret almakla “ buyurdular.

Bakmakla, görmek arasındaki farkı idrak etmemiz ve aleme bakmakla yetinmeyip onu görmek lazımdır. Okumak bir bakıma görmek, görmek ise bilmeyi ve anlamayı gerektirir. Onun için “ okumak “ tan mana kitab-ı ekber ( en büyük kitap ) olan kainatı okumak, görmek, anlamak ve tefekkür etmek, oradan Allah’a varmak ve ulaşmak demektir.Sevgili Peygamberimizin ifadesiyle: “Bir dakikalık tefekkür, bir gecelik ibadetten hayırlıdır.” Onun için bu gecede ve her gün ve gecede mutlaka tefekkür edelim.

12-ALLAH RIZASI İÇİN BİR DAMLA GÖZYAŞI

Yüce Allah Enfal Suresi 2. ayette şöyle buyuruyor: “ innemel mü’minûne llezine izâ zükirallâhü vecilet gulûbühüm ve izâ tüliyet aleyhim êyêtühü zâdethüm  îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûne. ( Enfal / 2 ) ” Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine güvenip dayanan kimselerdir.”

Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:

“- Kulun vücudu, Allah korkusu ile ürperdiği zaman, yaprakları dökülen ağaç gibi günahlardan sıyrılır.” (İmam-ı Gazali, Mükaşefet’ül Kulûb-Kalplerin Keşfi sayfa:14)

Yine rivayetlere göre Peygamber Efendimiz demiştir ki:

“Ulu Allah şöyle buyuruyor: Şu iki korku ile iki günü aynı kulumda bir araya getirmem. Dünyada benden korkanın Ahiretini emin kılarım. Buna karşılık dünyada iken benim korkumu yüreğinde taşımayanları Kıyamet gününde de korkuya düşürürüm.” ( İ.Gazali, 16 )

Ulu Allah şöyle buyuruyor:

“ Felâ tehşevunnâse vehşevnî “” İnsanlardan değil benden korkunuz.” ( Maide/44)

Diğer bir ayette de şöyle buyurulur:
”Felâ tehâfühüm vehâfûni in küntüm mü’minîne ”Eğer müminseniz onlardan değil, benden korkunuz.”Al-i İmran 175 )

Hazreti Ömer Kur’an’dan bir ayet indiği zaman yere baygın düşerdi. Bir gün eline bir saman kırıntısı alarak şöyle dedi.” Keşke ben de bir saman kırıntısı olsaydım, adı anılmaya değer bir şey olmasaydım. Keşke anam beni doğurmamış olsaydı.”

O çok ağlardı,hüngür hüngür yaş dökerdi. Bu yüzden yanaklarından süzülen yaşların bıraktığı iki siyah iz her zaman yüzünde görülürdü.

Peygamberimiz (sav) buyurdu ki:

“-Sağılan süt memeye dönmedikçe Allah korkusu ile ağlayan kimse de cehenneme girmez

Rivayet edilir ki, Kıyamet günü bir kul Allah katına çıkarılacak ve günahların ağır bastığı görülerek cehenneme atılması emredilecektir. Bu sırada kirpiklerinden bir tel dile gelerek şöyle diyecektir: Ey Rabbim! Senin Resulün Muhammad (s) “Kim Allah korkusu ile ağlarsa Allah onun yaş döken gözlerini cehenneme haram kılar “ diye bildirdi. Ben senin korkundan ağlamıştım.

Bunun üzerine dünyada Allah korkusu ile ağlayan bir kirpik teli sayesinde adam affedilecektir. Cebrail (AS) “ Falan oğlu filan bir tel kirpik sayesinde kurtuldu “ diyerek bu durumu ilan edecektir.”(İ.Gazali, a.g.e./17 )

Rivayet edilir ki Kıyamet günü cehennem ortaya çıkınca öylesine kükreyecek ki, bütün ümmetler dehşetinden diz üstü kapaklanacaklardır. Nitekim Ulu Allah (C.C) buyuruyor ki:

“ ve terâ külle ümmetin câsiyeten külle ümmetin ted’â  ilâ kitâbihê . el yevme tüczevne mâ küntüm ta’lemûne*” (Casiye/28 )

“... Ve sen her ümmeti diz üstü çökmüş ( ne olacağını endişe ile bekler ) görürsün. Her ümmet amel defterini almaya çağrılır.”

İnsanlar cehenneme yaklaştırıldıklarında onun öfke ve kükreyişini duyacaklar, bu kükreyiş beş yüz yıllık mesafeden duyulacaktır.

O zaman peygamberler dahil her kes kendi derdine düşerek “ ben ne olacağım, ben ne olacağım” diyecektir. Yalnız Peygamberlerin Ulusu-Büyüğü olan Hz.Muhammed (A.S.) müstesna, O “ ümmetim ne olacak, ümmetim ne olacak “ diyecektir.

O sırada cehennemden dağlar gibi bir ateş kütlesi çıkacaktır. Peygamberimizin (SAV) ümmeti  “ Ey ateş kütlesi! Namaz kılanlar, doğruluktan ayrılmayanlar, Allah’tan korkanlar ve oruç tutanlar hakkı için geri dönermisin “ diye yalvararak ateşi geldiği yere göndermeye çalışacaklar, fakat ateş geri dönmeyecektir.

Bu sırada Cebrail’in (AS) “ ateş kütlesi Muhammed’in ümmeti üzerine yöneldi “ diye seslendiği duyulacaktır. Bunun üzerine Cebrail, bir bardak su getirerek Peygamberimize uzatacak ve “ ey Allah’ın Resulü! Bunu al, ateşin üzerine at “ diyecektir. Peygamberimiz

“ Bu su nedir? ” diye soracak ve Cebrail’den (AS) şu cevabı alacaktır: “ Bu senin ümmetinin, Allah korkusu ile ağlayan günahkarların gözyaşıdır. Şimdi ateşin üzerine serpip onu Allah’ın izni ile söndüresin diye sana getirme emri aldım “ Sevgili Peygamberimiz (SAV) Cebrail’den aldığı bardağı ateşin üzerine boşaltır boşaltmaz ateş sönecektir.” (İ.Gazali,a.g.e. 18 )

Evet! Bu gecelerde bol bol gözyaşı dökelim, dökülen bu yaşlar günahlarımıza keffaret olacak, Cebrail aleyhisselamın getirdiği göz yaşları gibi cehennem ateşinin sönmesine inşallah vesile olacaktır.

Miraç ile Sevgili Peygamberimizi yücelten ve mükâfatlandıran Yüce Rabbimiz, inşallah sevgili Peygamberimizin ve miraç gecesinin ve mübarek gecelerin yüzü suyu hürmetine milletimizi ve bütün Müslümanları sıkıntılardan, belalardan kurtarır ve mükâfatlandırır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Muharrem Günay SIDDIKOĞLU Arşivi
SON YAZILAR