HER MİLLETTEN ÇOK TÜRK MİLLETİNİ SEVMEK GEREKİR.
Aslında Allah’ın yaratmış olduğu her varlığı ve her milleti sevmek Müslüman olmanın gereklerindendir. Bu düşünce Derviş Yunus tarafından “Elif okuduk ötürü, Pazar eyledik götürü, yaratılmışı hoş gördük Yaratandan ötürü” sözleriyle çok güzel bir şekilde ifade edilmiştir. Biz bu makalemizde özellikle Türk milletinin İslâm’a yapmış olduğu hizmetlerden dolayı sevilmeyi ve saygı görmeyi her milletten daha çok hak ettiği görüşünü kaleme almak istedik.
Tefsir alimleri Kur’an-ı Kerim’in tefsirini yaparken bazı âyetlerde Türklerden bahsedildiğini belirtirler. Peygamber Efendimizin de Türklerle ilgili çok sayıda hadis-i şerifleri vardır.
Sevgili Peygamberimizden Türklerle ilgili hadisleri rivayet eden ve eserleri yayınlanan büyük hadis âlimlerinin Türkler henüz kitleler halinde Müslüman olmadan önce yaşamış olmaları ve bu kitapların Türkler Müslüman olmadan önce yazılmış olmaları Türklerle ilgili hadislerin sahihliğini göstermek açısından çok önemlidir.
Düşünelim ki Peygamber Efendimiz, “Sakın Türklere dokunmayın, ümmetimin idaresi Türklerin eline geçecek.” diyor bu ve buna benzer hadisler hadis kitaplarında yer alıyor, fakat Müslüman olan Türkler henüz ortada yok, fakat hadislerde ve birçok hadis kitaplarında yer alan olaylar zaman içerisinde tıpkı hadislerde ve hadis kitaplarında anlatıldığı gibi bir bir gerçekleşiyor, Türkler kitleler halinde Müslüman oluyor ve İslâm dünyasının idaresi Türklerin eline geçiyor. Hal böyle olunca bu hadislerin sahihliğinin-doğruluğunun şahidi bizzat tarih olmuş olmaz mı? Elbette olur. Kaldı ki bu hadislerin çoğunluğu adına Kütüb-ü Site denen altı sahih hadis kitabında geçmekte olup bu hadis kitapları Kur’an-ı Kerim’den sonra bütün Müslümanlarca en sağlam kaynaklar olarak kabul edilen kitaplardır. Bu hadis âlimleri Miladi 8. asrın sonu ve dokuzuncu asrın başlarında yaşamışlardır. Türklerin kitleler halinde Müslüman olmaları ise miladi 10. asırda 920’lerde başlamıştır.
Kur’an-ı Kerim’de Arapların İslâm’a hizmetten yüz çevirmeleri, Allah yolunda cihatdan geri durmaları ve dinden dönmeleri üzerine Arapları uyaran beş adet “İnzar âyeti” vardır. İnzar kelimesi Arapçada korkutmak ve uyarmak manalarına gelmektedir. Yüce Allah bu âyetlerde Arapları uyarmakta ve İslâm’a hizmetten yüz çevirmeleri durumunda yerlerine bir başka milleti getireceğini belirtmektedir.
Cenâb-ı Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de belirttiği gibi, gerçekten Arapların İslâm’a hizmetten yüz çevirdikleri, sınırlarda sürekli geriledikleri, bir sürü sapık mezhep ve fırkanın ortaya çıktığı bir dönemde Türkler kitleler halinde Müslüman olmuş, Kur’an-ı Kerim’de adı geçen mucize gerçekleşmiş ve Türkler İslâm’ın bayraktarlığını üstlenmişlerdir.
Kur’an’da inzar âyetleri olarak adlandırılan âyetler beş tanedir. Bu âyetler, Maide, Fetih, Muhammed, Tövbe ve Mearic surelerinde geçmektedir.
ALLAH’IN SEVDİĞİ BİR MİLLETİ SEVMEK İMANDANDIR
Birçok Tefsir âlimine göre Maide suresi 54. âyet-i kerimede Allah tarafından geleceği müjdelenen ve övülen millet Türk milletidir. Başta Ömer Nasuhi Bilmen olmak üzere, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Said Nursi, Osman Keskioğlu, Celal Yıldırım gibi İslâm âlimleri Türk milletinin bu ayetin sırrına mahzar olmuş ve Allah tarafından övülmüş bir millet olduğunu belirtirler.
Mealen bu ayeti kerimede şöyle buyrulmaktadır:
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, o zaman Allah, (sizin yerinize) kendisinin onları, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı gayet alçak gönüllü/yumuşak, kâfirlere karşı da oldukça onurlu ve sert bir toplum getirir ki onlar (her türlü gücüyle) Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah lütfu geniş olandır, (her şeyi) bilendir.” (Maide/54)
Maide suresi 54. âyetle ilgili olarak Bediuzzaman Said Nursi (hz.) şöyle der:
“İşte ey ehli Kur’an olan şu vatan evlatları, altı yüz sene değil belki Abbasiler zamanından beri bin senedir Kur’an-ı Hakim’in bayraktarı olarak bütün Cihana karşı meydan okuyup Kur’an-ı ilan etmişsiniz. Milliyetinizi Kur’an’a ve İslâmiyet’e kal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz. Müthiş tehacümatı (toplu hücumları-Haçlı seferlerini) def ettiniz. Tâ ‘Fe sehve ye’tillâhi bi kavmin’ âyetine güzel bir masadak oldunuz. (Bu ayetin işaretine sadık kaldınız)” (S. Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, c:1, s: 500)
Said-i Nursi hazretleri yine Emirdağ Lahikası sayfa 37’de Maide suresi 54. âyetin yorumunu yaparken şöyle demektedir. “…daha sonra da Allah Türkleri göndermiş, Arapların, Farsların (İranlıların) kadrini bilmeyip zayi ettikleri Devlet-i İslâm’ı onlar ele alarak İstanbul’a ve ordan da kıtaat-ı arzın her tarafına yaymışlar, binaenaleyh ‘Ebnayı Faris’ hadisinin delaleti ve ‘Fethi Kostantiniyye’ hadisinin sarahatı ile ve yine ‘Ola ki Allah (onlara) kendi katından bir zafer ihsan edecek (Maide/52) vaadi ilahisinin işareti ile Türkler de bir kavim ki Allah onları sever tebşirine dahil olmuşturlar.”
Yine bu ayetle ilgili olarak Said-i Nursi: “Allah-ü Zülcelâl Hazretleri, Kur’an-ı Kerim’de; öyle bir kavim göndereceğim ki onlar Allah’ı Allah’ta onları sever buyurmuştur” (Maide 54) Bende bu beyân-ı ilâhi karşısında düşündüm. Bu kavim bin yıldan beri Âlem-i İslâm’ın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım” der. (Z.Kitapçı, s:61)
Birçok tarih ve din kitaplarında (Arap ve Türk kaynaklarında) milletimiz için ; "Milleti memduha (övülmüş millet)" ; İlahi nusretle müeyyed (Allah'ın yardımı ile te'yid ettiği ) millet" ; İ'lay-ı kelimetullah ile muvazzaf (Allah isminin yüceltilmesi ile görevli) millet" tabirleri kullanılır. (Elmalılı Hamdi Yazır 1960) (Ömer Nasuhi Bilmen 1966) (Celal Yıldırım 1985)
HER MİLLETTEN DAHA ÇOK TÜRKLERİ SEVMEK GEREKİR
Türkleri sevmenin ve Türk taraftarı olmanın gereğine dikkat çeken Üstad Said-i Nursi hazretleri söyle der:
“Ey Efendiler! İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğudan Meslek-i Kurâniyem cihetiyle her milletten ziyâde Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezâsıdır.” (Cemal Kutay, Bilinmeyen Tarihimiz, İstanbul 1974, s: 70'ten nakil Z.Kitapçı, s.61) Said-i Nursiye göre: “Türk milleti tarihte İslâm’ın reisliğini en iyi şekilde yapmıştır. Şimdiden sonra da İslâm’ın reisliğini yine onlar yapacaktır.” (B.Berk, Türkiye’de Nurculuk davası, s. 261, İst. 1975) Ayrıca Said-i Nursi eserlerinin birçok yerinde Türklerle ilgili hadislerin varlığına dikkat çekmiş ve: “Türklerle ilgili Senâ-i Peygamberi muhakkaktır…” (Emirdağ Lahikası, s. 37) demiştir.
Araplar arasında dinden dönmeler Hz. Peygamberimizin ölümüne yakın günlerde başlamış, Hz. Ebu Bekir zamanında ise daha çoğalmıştır.
Sevgili Peygamberimizin son günlerinde irtidat (dinden dönme) hareketi önce Yemen’de başlamıştır. Esved’l-ansi adında bir sapık Yemen’de peygamberlik iddiasına kalkışmış ve öldürülmüştür. İkinci olarak yine peygamberimizin sağlığında iken kendisini peygamber ilan eden “Müseylemetü’l Kezzap”olmuştur. Müseylemetü’l Kezzap ta Uhut savaşında Hz. Hamza’yı şehit eden, fakat daha sonra Müslüman olan Vahşi tarafından öldürülmüştür. Dinden dönen bir grubun başına geçen Tuleyha adında birisi ise ünlü İslam komutanı Halit bin Velit tarafından bozguna uğratılmış ve dağıtılmıştır.
İslâmi kaynaklardan öğrendiğimize göre Araplar arasında on bir kabile dinden dönmüştür. Bu on bir kabileden üçü peygamberimiz zamanında dinden dönen “Beni Müdlic”, “Beni Henife”, “beni Eset” kabileleridir. Yedi kabile de Hz. Ebu Bekir zamanında dinden dönmüştür. Bu kabileler şunlardır: “Fezare”, “Gaffan”, “Beni Selim”, “Beni Yerbu”, “Kende” ve “Beni Bekr-i bin Vail” kabileleri ile Teym kabilesini bir kısmı. Gassan kabilesi ise Hz. Ömer zamanında dinden dönmüştür.
Ömer Nasuhi Bilmen Efendi, Maide suresi 54. âyetin büyük bir mucize olduğunu belirtir ve şöyle der:
“Bu mürtet kuvvetlerin hepsi de Müslümanlar tarafından mağlup edilmiş çeşit çeşit felaketlere, mağlubiyetlere maruz kalmışlardır… Fakat Asrı Saadet’ten itibaren bir nice muazzam kabileler, milletler şeref-i İslâm’a nail olmuş, İslâmiyet’i şark ve garpa neşre çalışıp durmuşlardır. Ensâri Kiram denilen Medine-i Münevvere ile etrafındaki muhterem ahali,
Yemen kabileleri, ehli Faris ve Katsiye muharebesine iştirak eden binlerce zevat ve bilhassa Türk milleti necibesi İslâmiyet’i kabul etmiş, bu uğurda asırlardan beri mücahede meydanlarına atılmış, İslâmiyet’in şark ve garpa intişarına (yayılmasına) pek büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Bu suretle Kur’an-ı mübinin tebşiratı (müjdesi) gerçekleşmiş, O’nun bir mucize-i ebediye olduğu mütecelli bulunmuştur. (tecelli etmiştir) Bizler ecdadımızın dini İslâm hususundaki ulvi hizmetleriyle daima iftihar eder, onların o güzide yollarını takibe muvaffak olmamızı Hak Teâla hazretlerinden niyaz eyleriz. (Ö.N.Bilmen Tefsiri cilt:2, s:784)
Elmalılı Hamdi Yazır Efendi ise Maide suresi 54. ayetin tefsirini yaparken şöyle demektedir:
“Evvela Araplar, kavimden kavme bu hizmeti yapmışlar, ba’dehu Emeviye’nin son zamanlarında olduğu gibi bu hizmet Arap’tan Acem’e doğru geçmiş, hadisi şerifin de delâlet ettiği üzere Kavmi Fars manen ve maddeten İslâm’a pek büyük hizmetler eylemiş, sonra bunlar da aynı hâle gelmiş bu defa da Allah Türkleri göndermiş, Arapların, Farsların kadrini bilmeyip zayi ettikleri devleti İslâm’ı ele alarak İstanbul’a ve oradan kıtaatı arzın her tarafına yaymışlar binaenaleyh ebnai Faris hadisinin delaleti ve fethi Kostantiniyye hadisinin serahati ve va’di ilâhisinin ıtlak ve işareti ile Türkler de bu âyetin tebşirine dahil olmuşlardır. Demek ki onlar da bu nimetin kadrini bilmez küfrü küfrana doğru giderlerse mevkilerini Allah’ın göndereceği diğer bir kavme terk etmeğe mecbur olacaktır. Ve kim bilir vasi ve alîm olan Allah kıyamete kadar daha nice kavimler gönderecektir.(Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri, c:2,s:1720)
Konu ile ilgili olarak en gerçekçi tesitleri yapan tefsir âlimlerimizden birisi de Celal Yıldırım’dır.
Eski Afyonkarahisar müftülerinden Celal Yıldırım Efendi “Hutbe Müslümanlara Öğütler” adlı 1966 baskılı eserinin 21. sayfasında hazırlamış olduğu Cuma Hutbesi’ne Maide suresi 54. âyeti konu olarak ele almış ve Türk milletinin Allah’ın sevgisine ve övgüsüne nail olduğunu belirtmiştir.
Celal Yıldırım bu ayetin tefsirini yaparken şu görüşlere yer vermiştir:
“Dört Halife’den sonra Emeviler devri başladı. Arap olmayan milletleri mevali ( azaldı köle) diye, adlandırmaları daha doğrusu onlara bu gözle bakmaları, İslâm’ın evrenselliğine ters düşmüş ve bir asır geçmeden İslâm’ı temsil etme doğrultusundan saptıkları görülmüş, şırı ırkçılık onların ruhuna kadar işlediği için Allah İslâm emanetini omlardan çekip almış, bu defa Abbasilerin hizmeti küçümsenmeyecek kadar geniş olmuş ve iki asırdan fazla İslâm emanetine hizmet şerefini omuzlarında taşımışlardır. Zamanla onlar da bu doğrultudan sapmaya başlayınca –ilahi sünnet gereği--Allah bu defa onlardan sözü edilen emaneti alıp hiçbir tazyik altında kalmadan kendiliklerinden İslâm’ı benimseyen ve kitleler halinde bu dine giren Türklere vermiştir. Türkler, ırklarından tevarüs ettikleri cesaret, kahramanlık, civanmertlik, âlicenaplık ve cömertlik gibi mümeyyiz vasıflarını sözü edilen beş vasıfla birleştirip bütünleştirdi. Böylece Türkler canla başla İslâm’a hizmet ettiler. Onuncu asırdan beri Türkler bu hizmeti temsil kudretini basiretle sürdürmektedirler.
Dinden dönüp onu temsil kudret ve liyakatini kaybettikleri gün –yine ilahi sünnet gereği- İslâm’a hizmet şerefi onlardan alınıp Allah’ın sevdiği bir millete verilir ve bu böyle sürüp gider.
Dileğimiz bu şerefin milletimizden alınmamasıdır. Batı kültürünün istilasına uğramamız, dini bağları yer yer ve bazı kesimlerde zayıflatmıştır. Allah’ın muradı ne yönde ve hangi yolda tecelli edecek bilemiyoruz. (C.Yıldırım, Hutbe Müslümanlara Öğütler, s:21, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri c:4, s:1715)
ALLAH O MİLLETİ (TÜRKLERİ) SEVER!
Maide suresi 54. ayetten anladığımıza göre Arapların yerine getirileceği ifade edilen milletin bir takım özellikleri vardır. Maide 54. ayette bu özellikler şöyle sıralanır:
Allah o milleti sever.
O millet te Allah’ı çok sever.
O millet Müslümanlara karşı alçak gönüllü ve merhametlidir.
O millet kâfirlere karşı şiddetli, onurlu ve zorludurlar.
O millet Allah yolunda savaşır.
O millet Allah yolunda savaşırken, kınayanın kınamasından, kötüleyenlerin kötülemesinden çekinmezler, onlara aldırış etmeden dine hizmet ederler.
Sanki bu ayeti kerime kitleler halinde İslâm’la şereflenmiş olan yüce Türk Milleti’nin tarihinin ve İslâm’a olan hizmetlerinin kısa bir özeti gibidir.
Elbette Yüce Allah Türk milletini çok sevmiş, bizi severek, isteyerek ve bir takım ilahi görev ve gayelere memur ederek yaratmış ve bu ilahi görevleri başarıyla yerine getirecek şekilde meziyetlerle donatmıştır ki bu özelliklerin en önemlileri, üstün cesaret, kahramanlık, askerlik, teşkilatçılık, cömertlik ve mertlik gibi başka milletler de ender görülen özelliklerdir.
Tarihi kaynakları incelediğimizde Türklerin tarih sahnesinde görüldüğü andan itibaren her şeyi yoktan var eden yüce ve bir Allah’a inandığı ve O’na “Gök Tanrı” yani Yüce ve Ulu Tanrı adını verdiği ve Yüce Allah tarafından Dünya nizamını sağlamakla görevlendirilme inancına sahip olduğu ve bu amaçla dünyanın dört tarafına seferler düzenlendiği görülmektedir. Bu düşünce “Türk Cihan Hakimiyeti Düşüncesi”ni doğurmuştur. Eski Türk Cihan Hakimiyeti düşüncesinin hedefi eski Türk dini ve töresi ile dünyaya nizam vermek ve bütün insanlığı Türk töresinin ve Türk devletinin himayesine alarak mutlu kılmaktan ibaretti. Bu düşünce İslâmiyet’le birlikte “Nizâm-ı Âlem Ülküsü” ne dönüşmüştü.
Nizâm-ı Âlem’in hedefi Allah’ın dini ile âleme nizam vermek ve ‘İ’lâ-yı Kelimetullah’tan yani Allah’ın adını yüceltmekten ibaretti. Bu yüce duygu ve düşünceler içerisinde Kaşgarlı Mahmud, Türk milletine “CUNDULLAH” (Allah’ın Ordusu) adını vermiştir. Osmanlı devleti ordularına “ASÂKİR-İ İSLÂM” (İslâm’ın askerleri),Yeniçeri Ocağı’nı lağvedilmesinden sonra kurulan yeni orduya ise Hz. Peygamber’in ismine izâfetle Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adı verilmiş ve bu orduları oluşturan askerlere de Peygamber Efendimizin adını vererek “MEHMETÇİK” denilmiştir.
Türk milleti, Allah yolunda cihat edip, âleme nizam verme ülküsü peşinde koşarken birçok haksız iftiralara ve suçlamalara da maruz kalmıştır. Bu iftiraların en önemlisi ‘barbarlık’ suçlamasıdır ki bu suçlamayı yapanların gerçek barbarlar olduğunu bilmeyen yok gibidir. Hıristiyanlık Dünyasının bu tür suçlamaları bir tarafa İslâm’ın Bayraktarlığını yapmış olan aziz milletimize Araplar tarafından “Yecüc ve Mecüc” olma iftirası yapılmıştır. Fakat Türk milleti tıpkı Maide suresi 54. ayette belirtildiği gibi “kınayanların kınamasına, kötüleyenlerin kötülemesine aldırış etmeden” İslâmiyet’e hizmet etmeye devam etmişlerdir.
Türk’e Ve Türk Milliyetçiliğine Düşman Olanlar Dün Perişan Olduğu Gibi Yarında Perişan Olacaktır
Ayet ve hadisi şeriflerde Allah ve Resûlü tarafından övülmüş ve sevilmiş bir millet olan Türk milletini sevmek Müslüman olmanın gereklerindendir. "Milleti Memduha (övülmüş millet)" ; “İlahi Nusretle Müeyyed” (Allah'ın yardımı ile te'yid ettiği) millet" ; “İ'lay-I Kelimetullah İle Muvazzaf” (Allah isminin yüceltilmesi ile görevli) millet" “Cundullah ve Askir-İ İslam” (Allah’ın ordusu ve İslâmın askeri), Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye gibi unvanları taşıyan bu milleti sevmek her Müslümanın üzerine düşen dini bir görevdir
Türk milletine, Türklüğe ve Türk milliyetine düşman olmak, Allah’a, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’e ve yüce kitabımız Kur’an’a düşman olmaktır. Türk milletine düşmanlık besleyenler dün helak ve perişan olduğu gibi bu gün de yarında helak ve perişan olacaklardır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
KAYNAKLAR
Cemal Kutay, Bilinmeyen Tarihimiz, İstanbul 1974
B.Berk, Türkiye’de Nurculuk Davası,İst. 1975
S. Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, c:1,
Said Nursi, Emirdağ Lahikası, İstanbul, 1998
Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-I Kerim’in Türkçe Meâli Âlisi Ve Tefsiri, Bilmen Yayınevi, Tarihsiz
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili c:2 İst. 1992
C.Yıldırım, Hutbe Müslümanlara Öğütler,1966 KONYA
Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, 4. cilt, Anadolu Yayınları, İstanbul 1986
Zekeriya Kitapçı, Hz. Peygamberin Hadislerinde Türkler1996 KONYA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.