Muharrem Günay SIDDIKOĞLU

Muharrem Günay SIDDIKOĞLU

TEVEKKÜL NEDİR NE DEĞİLDİR? (1)

Sözlükte “Allah’a güvenmek” anlamındaki vekl kökünden türeyen tevekkül “birinin işini üstüne alma, birine güvence verme; birine işini havale etme, ona güvenme” mânasına gelir. Birine güvenip dayanan kimseye mütevekkil, güvenilene vekîl denir. (islamansiklopedisi.org.tr/tevekkul) Tevekkül dinî ve tasavvufî bir terim olarak “Bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi, rızkında ve işlerinde Allah’ı kefil bilip sadece O’na güvenmesi” şeklinde tanımlanmaktadır (el-Müfredât, “vkl” md.; Lisânü’l-ʿArab, “vkl” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “vkl” md.; Gazzâlî, IV, 259).

Tevekkül, Kur’ân-ı Kerîm’e ve hadis-i şeriflere göre bir Mü’minde bulunması gereken sıfatların en başında yer almış ve mütevekkillerden övgüyle söz edilmiş ve tevekkül İslâm’ın ana ilkeleri arasında kabul edilmiştir.

 

Deveni önce sağlam kazığa bağlayıp, tarlayı güzelce işleyip sonra tohumu atıp gerisini Allah’a havale etmek şeklinde açıklayabileceğimiz tevekkül kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de kırk âyette değişik fiil kalıplarında, dört âyette mütevekkil şeklinde yer almakta, vekil kelimesi çoğu Allah’ın sıfatı şeklinde yirmi dört yerde geçmektedir. Bazı âyetlerde peygamberlerin inkârcılara kefil olmadığı, onların yaptıklarından sorumlu tutulmayacağı, dört âyette de inkârcıların âhirette kendilerini savunacak bir vekillerinin bulunmayacağı belirtilmiştir. Bir âyette Allah tarafından inkârcı Kureyş kabilesinin yerine inkâra sapmayan başka bir topluluğun getirilmesi, diğer bir âyette ölüm meleğine can alma görevinin verilmesi “tevkîl” kavramıyla ifade edilmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “vkl” md.). Bu âyetlerde insanların neticede Allah’a sığınacağı bildirilmekte, hükmün yalnız O’na varacağı (Yûsuf 12/67), Allah’ın bir topluluğu helâk etmek istemesi durumunda onlara hiç kimsenin yardım edemeyeceği (Âl-i İmrân 3/160), inanarak Allah’a sığınanlar üzerinde şeytanın etkisinin bulunmadığı (en-Nahl 16/99), Allah’a sığınanlar için başka bir sığınağa ihtiyaç kalmayacağı (et-Talâk 65/3), çünkü Allah’tan başka bir tanrı olmadığı (et-Tevbe 9/129; et-Tegābün 64/13) ifade edilmektedir. Bu arada bazı peygamberlerin inançlarındaki kararlılıkları ve tevekkülleri örnek gösterilmektedir (meselâ bk. Yûnus 10/71; Hûd 11/56, 88; Yûsuf 12/67). Bir âyette (Âl-i İmrân 3/159)

Resûl-i Ekrem’e kamu işlerinde çevresindekilerle istişare etmesi öğütlenmiş ve ardından, “Kararın kesinleşince artık Allah’a tevekkül et, Allah kendisine tevekkül edenleri sever” buyurulmuştur. Talâk sûresinin üçüncü ayetinde Allah’a tevekkül eden kimseye O’nun kâfi geleceği ve Allah’ın mutlaka emrini yerine getireceği bildirilmiş, (Kim de Allah’a güvenip dayanırsa, O, ona yeter.(Talak, 3) bu açıklamalar tevekkül düşüncesinin meydana gelmesinde belirleyici olmuştur. Taberî’nin kaydettiğine göre Abdullah b. Mes‘ûd tevekkülle ilgili bu âyet için, “İşi Allah’a havale etme hususunda Kur’an’ın en önemli âyeti” demiştir (Câmiʿu’l-beyân, XII, 132).

Tevekkül ve aynı kökten türeyen çeşitli kelimeler hadislerde de geçmektedir. Tirmizî (“Zühd”, 33) ve İbn Mâce’nin (“Zühd”, 14) es-Sünen’lerinde tevekkül konusuna iki bab ayrılmıştır. Hz. Peygamber’in, “Devemi bağladıktan sonra mı tevekkül edeyim yoksa bağlamadan mı?” diye soran bir sahâbîye, “Önce bağla, sonra tevekkül et” yolundaki cevabı (Tirmizî, “Ḳıyâme”, 60) ilgili kaynaklarda tevekkülden önce tedbir almanın gerekliliğine delil sayılmıştır. Hadislerde bildirildiğine göre Allah, aç karına sabahlayıp akşama tok ulaşan kuşları doyurduğu gibi kendisine tam bir teslimiyetle tevekkül edenlere de rızıklarını verecektir (Müsned, I, 30, 52; İbn Mâce, “Zühd”, 14; Tirmizî, “Zühd”, 14). Bir iş için evinden çıkan kimse, “Bismillâh, Allah’a inandım, O’na dayandım, O’na tevekkül ettim; güç kuvvet yalnız O’nundur” derse Allah onu en hayırlı şekilde rızıklandıracak ve kötülüklerden koruyacaktır (Müsned, I, 66; benzer ifadeler için bk. Ebû Dâvûd, “Edeb”, 103; İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 18). Resûlullah’ın teheccüd namazı sırasında yaptığı uzunca bir duada şu ifadeler yer alır: “Allahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül ettim, sana yöneldim”  (Buhârî, “Teheccüd”, 1; Müslim, “Müsâfirîn”, 199; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 119).

 

Tevekkül her işte Allahü Teâlâ’ya tam inanmak ve güvenmektir. Tevekkülün mahalli kalbdir. Yani tevekkül bir kalb işidir. Zahirde, tedbirini almak, kalbin tevekkülüne mani değildir. Takdir Allahü Teâlâ’dandır. Bir şey zorlaşırsa gene onun takdiri iledir. Bütün kullara gereken, ancak Allah’ı mabud tanımakdır. O’na tam mânâsıyla imân ve itimat etmektir. Mal, mansıb, akıl, makam ve evlâda itimat ve tevekkül her zaman iyi netice vermez. Çünkü bunlar da, ayrıca onları yaratan ve rızıklarını tekeffül eden Allah’a muhtaçdırlar.

 Fahreddin Razi de: "Tevekkül bazı cahillerin sandığı gibi, insanın kendini ihmal etmesi demek değildir. Böyle olsaydı müsavere emri tevekküle zıt olurdu. Tevekkül insanın dış sebepleri gözetmesi; ama kalbini onlara bağlamayıp Allah`ın ismetine dayanması demektir" der. Resulullah`ın bir hadisleri bu anlamı daha da açar gibidir:"Eğer siz Allah`a hakkıyla tevekkül etseydiniz, O kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırırdı. Baksanıza, sabahleyin aç çıkıyorlar da tok dönüyorlar. Ve de dağlar dualarınızla yok olurdu." (bk. Tirmizi, Zühd, 33; İbn Mace, Zühd, 14; İbn Hanbel,1/332)

Tevekküle ve tevekkülün yardımı celb edeceğine en güzel misal Hz. Ibrahim`in ateşe atılırken dahi "hasbiyellah=bana Allah yeter" demesi ve ateşin yakmaması ile yardımı hemen görmesidir. Kısaca insan tevekkül etmekle bütün ağırlıklarını mutlak güç sahibi Allah`ın kudret eline emanet eder.

Tevekkül Rızadan İbarettir.

Kişinin, kendini her durumda Allah’ın irade ve takdirine teslim ederek O’ndan gelene rıza göstermesi tevekkülün özünü meydana getirir. Hasan-ı Basrî, “Tevekkül rızadan ibarettir” der. (Ebû Tâlib el-Mekkî, II, 8). Allah’ın takdirine rıza ve teslimiyeti tamamen pasif bir hayat anlayışı, her türlü tedbirin terk edilmesi şeklinde anlayan İslâm âlimleri olmuşsa da çoğunluk amelî planda sebeplere başvurmayı tevekküle aykırı görmemiştir. Tevekkülün “gassâl önünde meyyit” benzetmesiyle açıklanması tasavvufi çevrelerce geniş kabul görmüş, Gazzâlî de bunu tevekkülün en yüksek derecesi diye nitelemiştir (İḥyâʾ, IV, 261).

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Muharrem Günay SIDDIKOĞLU Arşivi
SON YAZILAR