Gül, Babacan ve Davutoğlu nereye koşuyor?
Yerel seçim sonuçlarının siyasette birtakım yeni gelişmelerin yolunu açabileceği beklenen bir şeydi. Cumhur İttifakı hedeflediği oy oranını fazlasıyla yakalamış olmasına rağmen, CHP ve yancılarının birkaç belediyeyi ele geçirmelerine bağlı olarak bu gelişmelerin hızlı bir hal aldığı görülüyor. Özellikle siyaseti kendi bilgi, beceri, program, iddia ve kapasitelerine bağlı olarak değil de, suyun akışına göre kürek çekmek üzerinden yapanlar, bekledikleri fırsatı bulduklarını zannediyorlar.Siyasetin kamburu olan bu zevat, İstanbul seçimlerinden sonra birdenbire ortalığa döküldü. Kendi sicilleri kendilerini inkâr ediyor olsa da, güya bir ümit olma, bir heyecan oluşturma, bir alternatif sunma iddiasındalar.
BİLMEDİĞİMİZ İSİMLER DEĞİLLER
Kimleri kastettiğimiz malum. AK Parti'nin eskilerinden söz ediyoruz. Hani şu son birkaç gündür, parti kuracaklarını ilan eden, görüşmeler yapan, sağda solda boy gösterip, açıklamalarda bulunan Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu ve yanlarındaki isimlerden bahsediyoruz. Özellikle bu üç isim AK Parti'de uzun yıllar çok önemli görevler üstlenmiş, Türkiye'nin bugün yaşadığı iyi veya kötü her ne varsa tamamında belirleyici olmuşlardır. Dolayısı ile bilmediğimiz, tanımadığımız isimler değiller. Millet onlara tek başına iktidar gibi çok büyük bir fırsat verdi. Bu kadar hünerleri vardı da, neden ellerinde her imkân ve yetki varken bunu kullanmadılar? Sadece bu soru bile, bu muhteremlerin nereden gelip nereye gittiklerini, neye ve kime hizmet ettiklerini anlamaya fazlasıyla yeterlidir.
HER YERE ZEMBİLLE İNDİ
Ayrıntılara inince çok daha çarpıcı şeyler hatırlıyoruz. Abdullah Gül siyasette hiçbir zaman risk almadı. Birileri zemini hazırladı, zamanı ayarladı, o da koltuğa oturdu. Başbakanlıktan Dışişleri Bakanlığına, oradan Cumhurbaşkanlığına hep zembille indi. Peki, bu kadar önemli görevleri, bu kadar uzun zaman yürüttükten sonra geriye ne kaldı? Bugün Türkiye'de bu da Abdullah Gül'ün eseridir diyebileceğimiz ne var? Hep akıntıya uydu, duruma göre vaziyet aldı ve bekledi. İşin ilginç yanı şimdi de aynı şeyi yapıyor. Aynı yol, aynı yöntem, aynı beceri, aynı zihniyetle nasıl farklı bir yere varılabilir? Bugün AK Parti'de beğenmeyip yeni parti arayışlarına girmesine sebep olan her ne varsa, hangi olumsuzluğu bahane ediyorsa, tamamında birinci derecede sorumluluk sahibidir. Kısacası yaptıkları, yapacaklarının teminatı olduğu için çıktığı yolun varacağı yer yine çıkmazdır.
BORÇ VE RANT SİSTEMİ KURDU
Abdullah Gül'ün vitrine koyduğu Ali Babacan'ın durumu da farklı değil. AK Parti'nin kuruluşundan itibaren büyük sorumluluklar üstlendi. Yıllarca ekonominin başında oldu. Her imkânı kullandı, her türlü fırsat buldu. Peki, sonuç nedir? 10 yıldan fazla yönetip, bütün programlarda birinci derecde sorumluluk taşıdığı Türkiye ekonomisi bugün darboğazdadır. Hiç kimse Ali Babacan gittikten sonra böyle olduğunu söyleyemez. Onun attığı temel, kurduğu sistem üzerinden yürüyen ekonominin faturası ödenmektedir. Tamamen borç ve rant üzerinden bir sistem kurup yıllarca hem partisini, hem hükümetini, hem ülkeyi oyaladı. Yatırım ve üretim dengesizliği en büyük eseridir ve bugün bunun ağır sancılarını yaşıyoruz. Yabancı sermaye diye ülkenin varlıklarını satmak, yüksek kâr getiren işleri peşkeş çekmek bir başka icraatıdır. Ali Babacan ne söyleyecek, ne yapacak da bu millete yeni bir ümit olacak? Sicili ortadadır ve eğer yapması gereken bir şey varsa, çıkıp bu sorumluluğu kabul etmeli ve hatta bu milletten bıraktığı enkaz için özür dilemelidir.
BAŞARISIZLIĞIN ZİRVESİ
Ahmet Davutoğlu ayrı hareket ediyor ve bu durum siciline son derece uygundur. Siyasetteki geçmişi gerçekten de onu ayrı bir yere koyuyor. Türk siyasetinde bu kadar önemli görevlerde bulunup da, bu kadar başarısız olmuş ve bunun bedelini millete bu kadar ağır şekilde ödetmiş ikinci bir siyaset adamı arasanız da bulamazsınız. Türk dış politikasının bütün kırılma noktalarında, bütün ağır çöküntülerinde bizzat kendisi vardır. Sayesinde sıfır sorunla başlayıp sırf soruna dönüşen, stratejik derinlik ararken sığ sularda boğulan bir dış politikamız oldu. Rus uçağını düşürmekle övünüp, sonra da bunun açtığı büyük dertleri tedavi edebilmek için bu millete büyük ve ağır bedel ödetmek gibi eşi emsali görülmemiş bir vahamete imza attı. Süleymanşah Türbesi'ni bir gece alıp kaçırarak cumhuriyet tarihinde ilk defa toprak kaybına sebep olan ve bunu da büyük bir başarıymış gibi sunan bir siyaset adamı olarak tarihe geçti. Bir hafta içinde Şam'da cuma namazı kılmak için çıktığı yolda Suriye bataklığına saplandı ve Türkiye bu bataklıktan gelen terör belasını kurutmak için çok büyük bedeller ödemek zorunda kaldı ve hâlâ da ödüyor.
BAŞBAKANLIĞI FELAKET
Başbakanlığı kısa sürmüş olsa da, ayrı bir felaket dönemidir. Türkiye'nin hükümet sistemini değiştirme mecburiyeti, başbakanlığı dönemindeki ucube yönetim tarzına bağlı olarak yaşanan büyük olumsuzluklar sebebiyle gündeme gelmiştir. Türklükle, milliyetçilikle sorunu olduğunu açık açık ilan etmiş, CHP'ye araladığı kapı ve sonrasında Türkiye'yi yeni ve tehlikeli maceralara sürükleme çabaları siyasetteki sonunu getirmiştir.
YOLLARI KESİŞİRSE ŞAŞIRMAM
Bu arada, içinde bulunduğu partiye ihanet ve İP'ini bir yerlere teslim etme konusunda çok benzer sicile sahip siyaset eskilerinin yolları Abdulah Gül ve Ali Babacan'la kesişirse, hiç şaşırmayacağımızı buraya bir not olarak düşelim.
Ayrılanlar, ayrımcılık yapanlar, bölenler, bölünenler, kerameti kendinde zannedenler Türk siyasetinde her zaman olmuştur, ama akıbetleri hiç değişmemiştir ve hepsi tarihin karanlığına gömülmüşlerdir. Türk milleti her şeyin farkındadır ve yine aynı şey olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.