Kahramanlara saygılarımla
30 Ağustos kurtuluşun adı, kuruluşun ilanıdır. Bu kutlu günde bütün kahramanları büyük bir saygı ve hürmetle anarken, zafere giden yolda yaşananlarla ilgili bazı ayrıntıları paylaşmak istiyorum:
Erkmen Tepesi saat 06.00’da düşürüldü. Düşmanın bu kesimde tutunması artık pek mümkün değildi.
Soldaki Birinci Kolordu tümenleri de, birbirleriyle yarışmaktaydılar. Son tepeleri de alırlarsa, cephe yarılmış olacak, Sincanlı Ovası'na ineceklerdi.
Engellenemez bir tutku ile ilerliyorlardı.
Paşalar ve karargâhları sabah erkenden Kocatepe’ye gelmişlerdi. Yunan savunma sisteminin adım adım çöküşünü seyrediyorlardı.
Yalnız Çiğiltepe karşısındaki 57. Tümen bir türlü ilerleyememişti. Kuşatma kolu, ateş yememek için, hayli açıktan dolaşınca etkisiz kalmıştı. Mustafa Kemal Paşa bu tümenin komutanı Albay Reşat Bey’i severdi. Emrinde çok başarılı hizmetler görmüştü. Teşvik etmek için telefon etti:
“Reşat Bey, hâlâ hedefinize ulaşamadınız. Bir sorun mu var?”
“Yarım saat sonra ulaşacağım efendim. Söz veriyorum.”
“Peki, size güveniyorum.”
Yarım saat dolalı hayli olmuştu. Çiğiltepe düşmemişti hâlâ. Mustafa Kemal Paşa, Reşat Bey’le konuşmak istedi.
Telefona Emir Subayı Üsteğmen Bozkurt Kaplangı çıktı.
“Reşat Bey’i istemiştim.”
Bozkurt zorlukla, “Reşat Bey az önce intihar etti efendim…” dedi, “…size bir açıklama bırakmış. Peki, okuyorum: ‘Yarım saat içinde size o mevzii almak için söz verdiğim halde, sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam.”
Üsteğmen, Başkomutan’ın teselli edici sözlerini ağlayarak dinledi.
(Şu Çılgın Türkler'den alınmıştır.)
Fevzi Paşa, Yakup Şevki Paşa’nın savaş idare yerine gelmişti. İki paşa kucaklaştılar, kurmaylar paşaların çevresini sardı. Hepsinin yüzü parlıyordu.
Fevzi Paşa’nın açıklamasını dinleyen Yakup Şevki Paşa, “…Yani Afyon cephesini yardık, düşman ordusunu üçe böldük ve dört günde düşmanın iki kolordusunu kuşatacak duruma geldik ha?” dedi. Hayret içindeydi.
Fevzi Paşa güldü:
“Evet paşam.”
Yakup Şevki Paşa, “Ben tecrübesiz, kararsız, korkak bir asker değilim…”dedi kendine dargın bir sesle, “…ama ne iddia ettimse tersi çıktı. Neye karşı durdumsa mahcup oldum. Yahu, bu mucizenin sırrı ne?”
Fevzi Paşa, Yakup Şevki Paşa’nın elini okşadı ve sorusunu cevapladı:
“Mustafa Kemal Paşa.”
(Şu Çılgın Türkler'den alınmıştır.)
Eylülün biriydi, akşamüstü Adaya gidiyordum. Vapurda büyük bir Rum kalabalığı vardı. Eski yeisleri [üzüntü] gitmiş, bir şeyler konuşuyorlar, gülüşüyorlar, bize garip bir tarzda bakıyorlardı. Merakla soruşturdum, acaba ani bir musibete mi uğramıştık? Arkadaşlarımdan biri, çeneleri kilitlenmiş, yanıma sokuldu, kulağıma eğilerek: “ Güya bozulmuşuz, Uşak'ta Mustafa Kemal Paşa'yı esir almışlar. ”
O dakika nasıl ölmediğime hayret ediyorum. Geceyi nöbet içinde kendini kaybeden bir ağır hasta gibi, hezeyan içinde geçirdim. Sabahleyin matbaaya can attık, kimimiz Hilâl-i Ahmer’e, kimimiz Beyoğlu’na koştuk. Şehirde büyük yağmurlardan evvelki boğucu hava vardı, teneffüs edemiyorduk. Hilal-i Ahmer Ankara’ya sordu. Akşama kadar heyecan ve ateş içinde dolaştık, durduk.
Nihayet Hilâl-i Ahmer'e bir şifre geldiğini haber verdiler. Bu şifre âdeta Türk tarihinin anahtarı idi; gittik, şu haberi okudular: ‘Yeni Yunan Başkumandanı General Trikopis Erkân-ı Harbiye Reisi, Levazım Reisi, On üçüncü Fırka Kumandanı 2 Eylül akşamı Uşak civarında esir edilerek Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin karargâhlarına gönderilmiştir. Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, esirlerine nezaketle muamele ederek yeni Başkumandanı mukadderatın bu cilvesinden dolayı teselli eylemiştir."
Güya havadisi gizli tutacaktık, Ankara’nın tembihi böyle idi. Mümkün olsa gazeteyi bir tarafa bırakıp, münadi gibi sokaklarda bağırırdık. Susmak ve saklamak mümkün mü idi?
Nihayet "Akşam" gazetesinin matbaa pencerelerinden, sokakta çıldırmış gibi, saçlarını yolan, göğüslerini döven, yerlere yatarak çırpınan halka tevzi ettiğimiz nüshası ve bütün sayfayı dolduran klişe; “Elhamdülillah İzmir’e kavuştuk."
Başkumandan ilk günü beyannamesini şu cümle ile bitirmiştir: “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri."
Ve son günü hâdiselere şu cümle ile nihayet veriyordu: “Akdeniz hedefine varıldı."
(30 Ağustos Zaferi'nin ilk yıl dönümünde Falih Rıfkı Atay tarafından “Akşam” gazetesinde yazılmıştır.)
Duatepe'de düşmanın iniltisini sevinç gözyaşlarıyla kutluyorduk. Kolordu Kurmay Başkanı Hayrettin Bey (Fişek), bir akşam yemeği hazırlamıştı. Ortada bir cılız tavuk ile dört beş dilim siyah ekmekten başka bir şey yoktu.
Dünden beri ağzımıza en ufak bir lokma girmemişti. Gazi Paşa, İsmet Paşa, ben, Kazım Bey (Özalp) sofraya bağdaş kurduk. Hayrullah Bey, Tevfik Bey (Bıyıklıoğlu) Salih Bey (Omurtak) Muzaffer Bey (Kılıç) ve Salih Bey (Bozok) biraz uzaktaydılar. Atatürk, Kazım Bey'e dönerek;
'Erlere yiyecek ne verdiniz?' dedi. Kazım Bey şaşırdı, durakladı, Kurmay Başkanı'na dönerek; 'Hayrullah Bey, erlere ne verebildik?' diye sordu.
'Efendim, dün sabah tedarik ettiğimiz buğdayı kavurmaları için birliklere dağıtmıştık.'
Mustafa Kemal Paşa biraz durakladıktan sonra ayağa kalktı ve tavuğa el atmadan yürüdü, biz de onu takip ettik, diğer arkadaşlar da ne tavuğa ne bir dilim ekmeğe el sürebilmişti. O akşam hepimiz aç yattık...'
(İhsan Ilgaz'ın derlediği 'Asım Gündüz-hatıralarım' kitabından alınmıştır.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.