Söylemler ve Eylemler
Bir kırlangıç dünyayı geze dolaşa, çok şey öğrenmiş, çok tecrübeler edinmiş. Önceden bilirmiş bütün olacakları. Bir gün bakmış ki köylünün biri, sıram sıram kenevir tohumu ekiyor tarlasına. Çağırmış küçük kuşları, "bakın" demiş, "Sizin kuyunuzu kazıyor bu adam. Şu savurduğu tohumlar yok mu, başınıza örülen bir çoraptır. Gün gelip kenevir sicim oldu mu, seyredin size kurulacak dolapları. Ya ölüm, ya zindan gayri sizlere… Onun için gelin dinleyin beni. Yiyin, yok edin şu tohumların hepsini." Bilge kırlangıcı kim dinler ki! Küçük kuşlar cıvıl cıvıl, diledikleri yemi yemişler. Kenevir ise büyümeye başlamış ‘yeşil yeşil’. Kırlangıç bir kez daha uyarmış, dünyadan habersiz kuşları: "Koparın" demiş, “bu kötü tohumdan fışkıran yaprakları. Onlar büyüyünce kendinizi yok bilin.” Kenevir büyüdükçe büyümüş. Kırlangıç, kuşları son kez uyarmış: "Bakın" demiş, “Kötü tohum sonunda sicim oldu. İnsanoğlu tuzaklar kurdu, siz küçük kuşları avlamak için. Geç olmadan, haydi kaçın gidin." Kuşcağızlar yine aldırmamış. Sürdürmüşler cıvıl cıvıl ötüşmeyi. Ancak çok geçmeden söylenen olmuş. ‘Nice kafesler kuşlarla dolmuş.’ “Daha çok, iç isyanlara güvenelim.” İngiliz ajanı A. Ryan "Devletler tıpkı büyük gemiler gibi ağır ağır batar." “ABD siparişi 12 Eylül askerî darbesi, Türkiye’nin dünya ekonomisine entegrasyonu tuzağı, Cumhuriyetimize ve kurucusu Atatürk’e karşı sinsice başlatılan saldırılar, Paul Henze, Udo Steinbach, Graham Fuller gibi siyasi ve ekonomik tetikçilerin yıkıcı propagandalarının ortada dolaşmaya başlaması, İşbirlikçi medyanın, Emperyalizm’in bu tetikçilerini bağrına basması, Gazete köşelerinde birtakım Amerikancı, AB hayranı etki ajanlarının boy göstererek, bir seslerini yükseltmeye başlamaları…” “Sivil Örümceğin Ağında” kitabının yazarı Mustafa Yıldırım’ın bir makalesini okurken geçti aklımdan bu düşünceler. Makale; halkımızın büyük bölümünün bilmediği bazı korkunç gerçekleri, Atatürk’ün Gençliğe hitabesinde vurgu yaptığı “iç ve dış bedhahlar”ın, yıllardır Türkiye’nin başına ördüğü çorapları birkaç paragrafla gözler önüne seriyordu. Her Vatanseverin haberdar olması muhakkak okuması gerektiğine inandığım bu makaleyi sizlerle paylaşıyorum. AB-D’nin Türkiye’yi bölme planı dışarıda ve içerde yürütüldü, yürütülüyor. Dışarıda önce ASALA..., bu bitince PKKpazarlandı. Çete başının çapını hayli aşan bu örgütlenme, AB-D’nin eseriydi. PKK terörü Kürtlerin kurtuluş mücadelesi olarak tanıtıldı. Şehit fidanlarımızın katillerine “Çekiç Güç” helikopterleri ile yardım götürüldü. Önce “Türkiye etnik terörle baş edemez” inancını yaymaya çalıştılar. Bu sökmeyince “Kürt sorunu”nu, uluslararası boyuta taşımaya kalkıştılar. Ardından, “Ermeni sorunu”nu yeniden ısıtıp sofraya getirdiler. Etnik farklıkların yanı sıra mezhep farklılıklarını da öne çıkardılar. Ortadoğu haritasını, kendi çıkarlarına göre yeniden çizmeye kalkıştılar.Aramızdaki cephelerini ise, 12 Eylül ve Turgut Özal’la açtılar. CIA’nın ürettiği tezleri, içerdeki paralı adamlarına kolayca uygulattılar. Plana göreTürkiye Kürtlere özerklik verecek, bağımsız bir Kürt devleti kurulacaktı. Bu sayede Çirkin Batı’nın iki çıkarı güvence altına alınacaktı: Bir, Emperyalizm petrol bölgesinde, Batı’ya muhtaç “kukla bir devlet“e kavuşacaktı. İki, Türkiye’nin Ortadoğu’da büyük bir güç haline gelmesi önlenmiş olacaktı. Bir üçüncü hedeften de ciddi olarak söz edilmektedir ki bu da kurulacak bir Büyük İsrail devletidir. Bu hedefler Türkiye’nin ‘Üniter’ yapısı bozularak gerçekleştirilecekti. Pazarlıkları güçlü bir Ulus-devletle yapmak yerine, zayıf bir yerel birimle yapmak” emperyalizmin işine geliyordu. Bu büyük oyunun stratejisinin üçayağı vardı; ‘birinci cepheyi ABD’, ‘İkinci cepheyi AB’, ‘Üçüncü cepheyi ise aramızdaki cephe’ olarak yorumlayabiliriz. Birinci cephede; CIA Türkiye ve Ortadoğu masası şefleriyle, CIA güdümündeki bilim adamlarıyla, CIA patentli Türkiye uzmanları ile, ABD irtibat subaylarıyla, sözde hayırsever ABD kuruluşlarıyla, Amerika Birleşik Devletleri’ni yöneten irade; Türkiye’de hep şu görüşleri egemen kılmaya çalışmıştır: “Kemalizm günümüzde geçerliliğini yitirmiştir. Atatürk ilkeleri ‘Yeni Dünya Düzeni‘ ile birlikte ölmüştür. Dincilik Türkiye için ciddî bir tehlike değildir. Nurcular ilericidir... Türkiye’nin ‘Yeni Dünya Düzeni‘ içindeki yeri, ‘ılımlı İslam‘la bütünleşmesindedir... Türkiye Kürt kimliğini kabullenmelidir... Kürtlere özerklik vermelidir... Atatürk, devrim tarihi kitaplarından çıkarılmalıdır... Atatürk’ü bırakın, Turgut Özal’a sarılın.” İkincisi;Derin Merkez’in Türkiye’yi bölmeplanı, Avrupa kaynaklarında açıkça belirtilmekteydi. Süddeutche Zeitung’ta (1998) yayınlanan şu habere bakın: “On yıl içinde, üç güçlü siyasal sistem battı ve yok oldu. Bu sistemler, İran’da Şah monarşisi, Sovyetler Birliği’nde politbüro komünizmi ve Yugoslavya’da federatif devlet; en az Türklerin Kemalist modeli kadar dayanıklı görünüyordu. Her üç devlet de Türkiye Cumhuriyeti ile paralellik gösteriyordu. Hepsi de dinsel ya da etnik çelişkiler yüzünden yıkıldılar. Üstelik Türkiye’de her ikisi de var.” Alman “dostlarımız”a göre anlaşılıyor ki sıra artık Türkiye’de idi. Bu sözde dostlar Türkiye’ye, yeni bir ‘Sevr’ kefeni giydirmeye çalışmaktaydılar. Niçin? "Dinci güçler yeniden cüret bulduğu için...’’ ve tabiî ki ‘’Batılı dostların, sırtını sıvazladığı, birçok devletin yardım ettiği etnik terör sürdüğü için...’’ Görüldüğügibi federasyonlaştırma projesini geliştiren ve uygulamaya sokan sadece CIA-Örümcek Ağı ve Amerikan Federal Devleti değildi; işin içinde Almanya’nın başını çektiği AB’de vardı. Almanya’nın sivil örgütçüsü Konrad Vakfı’nın görevlisiUdo Steinbach: “Türkiye yapay bir devlettir. Gerçekte var olan Türkiye; bir adamın, önemli bir adamın, tarihsel öneme sahip bir adamın [Atatürk’ün] dikte ettirmesiyle yaratılmış yapay bir oluşumdur. Sorun Kemalizm ve Kemalizm’in ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur.” demekteydi. Bu “Büyük Oyun”da sadece “Konrad Adenauer Vakfı” yalnız değildi. İşin içinde “Friedrich Ebert, Friedrich Neumann ve Heinrich Böll” gibi Alman vakıfları ve bu vakıfların Türkiye’de sinsice yürüttükleri stratejileri de bulunmaktaydı. (Alman Vakıfları ile ilgili geniş bilgiyi, Necip Hablemitoğlu’nun eserlerinde bulabilirsiniz) Bu Vakıfların Türkiye’deki sinsi çalışmalarından ziyade çok daha büyük bir itirafise AB’nin lokomotif ülkesi Almanya’nın eski başbakanlarından (Şansölye) Helmuth Schmidt’den geliyordu: “1919’da bir Kürdistan kuramayışımız bir hatâ idi.” Öyle anlaşılmakta ve görülmektedir ki 12 yıldır Türkiye’yi yönetmeye çalışan AKP iktidarı ile bu tarihi hatalarını düzeltmeye, onarmaya, restore etmeye çalışmaktadırlar… Üçüncü cepheye gelince: ABD’nin, Turgut Özal’a biçtiği misyon şuydu: “Ilımlı İslam’la bütünleşmiş, yarı laik, yarı çağdaş, etnik bölünmeleri siyasal yapısına yansıtmış, Ortadoğu’da ABD’nin çıkar bekçiliğini üstlenmiş, bir yeni cumhuriyet!...” Evet, işte bu şahıs ayarında biri sonunda çıkmış, yepyeni bir hükümet iktidara el koymuştu. Artık “üniter” Türkiye’nin başbakanı “başkanlık” sisteminden ve “Eyalet” projesinden söz ediyordu. İçişleri Bakanıise şöyle diyordu: “Her ilde bir yönetici olacak, o da seçimle gelecek. Şu andaki gibi atanmış vali ve seçilmiş belediye başkanı birlikte olmayacak. Bu konuda partide Araştırma Geliştirme Bölümü çalışıyor. En iddialı projelerimizden biri de her il ve ilçede bir tür ‘yerel parlamento’ olarak adlandırılabilecek çalışma sistemi kurmak.” Görüyorsunuz, küçük resim parçacıklarını yerli yerine oturttukça, ana resim tamamlanıyor ve büyük fotoğrafa baktığınızda ise fikir tohumları ekilmiş, dışarıdaki stratejiler ile içerideki işbirlikçilerin söylemleri eylemlere dönüşmüştür. Batılı ülkelerin özellikle AB ülkelerinin gerek kendi ülkelerinde ki iç politika gerekse dış politikada istikrarla uyguladıkları bir sistem vardır. Bu sistem, ‘’Uygulayacakları bir kanunu ya da stratejik hedeflerini aylar hatta yıllar evvel deklare ederler…’’ Eylemlere dönüşen söylemlerin hasat zamanı da gecikmemektedir. 2002 yılının sonu, Türk siyasi tarihi açısından dönüm noktası ve milat oldu. Türkiye’de iktidar değişti. Devletimizin üniter yapısı, bu tarihten itibaren hızla bozulmaya başladı. Türkiye bu tarihten itibaren, özellikle şu yasalarla eyalet rejimine, başka bir deyişle “Osmanlı modeli”ne sürüklenmekteydi.
- İkiz sözleşmeler,
- İl Özel İdareleri,
- Mahalli İdareler ve Kamu Yönetimi Yasaları,
- Maden Yasası,
- Kalkınma Ajansları,
- İstinaf mahkemeleri,
- Özelleştirmeler,
- Yabancılara Toprak Satışı,
- Petrol Yasası,
- İş Güvenlik Reformları olmak üzeredir.
Hatırlayacaksınız, yazının başında anlatılan bir hikâye vardı. Hani Bilge Kırlangıcın küçük kuşları uyardığı bir hikâye… İnanıyorum ki Kırlangıç hikâyesinde, Kırlangıç hikâyesinden sonra yazının tümünü de okumuş ve anlamışsınızdır. Şimdi, sorularıma geçiyorum. Yanıtları, Türkiye’de olup bitenleri düşünerek vereceksin, değerli okurum. Bilge kırlangıç kimi temsil etmektedir? (kesinlikle Ben değilim) Kenevir tohumu eken köylü kimdir? Bilge kırlangıcı dinlemeyen, gününü gün eden, dünyadan bi haber, yedikleri önlerinde yemedikleri ardında olan kuşlar kimdir? Büyümeye yüz tutan Kenevir ne anlama gelmektedir? Sicimler, başa geçirilen çuvallar, dolaplar, tuzaklar, çıkıp gelen büyük gün ne ifade etmektedir? Kafeslerin kuşlarla doluşu neyi simgelemektedir? Saygılarımla... Ömer Kalaycı Kaynakça: Mustafa Yıldırım “Sivil Örümceğin Ağında” ve “Açılım” Amerikan Tasarımı Değildir”, www.acikistihbarat.com (25.8.2009) “Düşmanı Çağırdılar Satıldık Uyanın” (İleri yayınları, İst., 2005) Ahmet Taner Kışlalı, Ben Demokrat Değilim, 3.B., İmge Kitabevi, Ank., 1999; Banu Avar, Hangi Avrupa, 4.B., Truva Yayınları, İst., 2008; Hüsnü Merdanoğlu, “Ülkemize Yönelik ABD Misyonerliği”, Yeniden Müdafaa-i Hukuk, Ağustos 2009; Mustafa Duran, “Cumhuriyet Tasfiye Ediliyor”, Yeniçağ, 20.10.2009; Hasan Demir, “2011'de İç Savaş Hazırlığı!”Yeniçağ,26.10.2009 Prof.Dr. Cihan Dura “Amerika baklayı ağzından çıkardı, Türkiye bölünebilir.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.