Mehmet Akif Ersoy'un eğitim hayatı-3
Halkalı Baytar ve Ziraat Mektebindeki öğrencilik döneminin Akif üzerinde derin etkilerinin bulunduğu, düşüncelerinin oluşmasında önemli katkılar yaptığı kendi ifadelerinden ve hocaları ile ilişkilerinden anlaşılmaktadır. Bu dönemin etkilerini anlamak için, Midhat Cemal’in eserinde anlattığı olayları da ele almak gerekmektedir.
Halkalı’nın, Mehmet Akif üzerindeki etkileri
Bazı anılarını daha önce anlattığımız M. Cemal (Kuntay), okulun vaziyeti ve Akif’in bu dönemi hakkında şu değerlendirmelerde bulunuyor:
“O, Halkalı’ya girdikten birkaç gün sonra Sargüzel’deki evin kapısını Pirzirinli (Pirizrenli) Hoca Mustafa Efendi öfkeyle çalıyor, yukarıya çıkmayarak kapıdan Emine Şerife Hanım’a sitem ediyordu: ‘Çocuğa hala mektep forması alınmadığını dün gece duymuştu. Ayıp değil miydi? Emine Hanım niçin kendisine haber yollamamıştı?’
Bu güzel öfke lüzumsuzdu. O, ‘hoca merhumun rahlesinde yetiştiğini, Akif’in babası sayıldığını’ Emine Şerife Hanım’a hiddetle hatırlatırken Akif ‘Halkalı’nın kireç topraklı bahçesinde azametle geziniyordu: Göğsünde beş düğmeyle.
Evet, kireçli, kerpiçli bahçe.
Çünkü kimya bilenin kitabet okuttuğu bir devirde bu ziraat mektebinin de ziraate elverişli olmaması lazımdı.
Ve ziraat mektebi de maymunların hilkat devrinden kalma ‘miocen’ (üçüncü jeolojik dönemin dördüncü çağı, bugünkü memeli hayvanların geliştiği çağ. A.G.) tabasından kerpiçli bir toprakta açılmıştı.
Ama herhalde, açıldı sayılırdı: İşte bir düzine koyun kesilmiş ve bir de dua okunmuştu. Mektebin açıldığı, üstelik alnında manzum olarak yazılıydı.
Ancak, binanın bu türlü açılması bile erbabının elinde işe yaradı ve sahici ‘Halkalı’yı iki adam yaptı, elleriyle taş ve toprak taşıyarak: Baytar Miralayı Mehmet Ali, Ziraat Mühendisi İstirati.
(Bu elleri Akif, her defasında yeni bir heyecanla anlatırdı. Ben de takılırdım: Hangisi Cennetlik! Sünni Ebülhüda mı? Ortodoks İstirati mi? Akif, fikrimi paylaşan bir sesle gülerdi.)
Hafta sonu bu mektepte Akif maddi bir saadet tanıdı.
Bu saadet tam otuz dört bin metreydi:
Çünkü mektep eve 17 kilometredir ve Akif eve yayan gidip geliyordu.
Sene sonunda da mektep ev kadar tatlıydı; bu sevilmenin saadetidir. On üç muallim onu seviyordu. Mektebin resmi namazını hususi heyecanla kılan, öyleyken fen derslerinden de sene sonunda birinci gelen çocuğu Ziraat Muallimi Agaton Efendi bile Dersiâm Tahir Efendi (Akif’in Babası A.G.) kadar sevdi…
Manevi bir evden yetişen çocuk bu müspet ilimli mektebin artık bütün manasıyla içindeydi. Kimya tahlilhanesi (laboratuvar) nden çıkıp nebatat laboratuvarına giriyor, toprağın üstünü ve altını okuyor, yerden bakınca rasathaneye tırmanıyordu. Fakat gökyüzünü kaldırım kadar maddi ve malum olmasından da usanıyor, o zaman evine koşuyordu, ölen babasının Kur’an sesiyle hala dolu olan o küçük eve.
Bu Kur’anlı ev… Bu rasathaneli mektep… Gökyüzüyle meşgul olan bu iki bina… İşte hep bu iki binadan baktığı için Akif, gökyüzünü iki tane sandı.
‘Halkalı’nın tahta mihraplı camiine beş vakit gitmek için mubassır (okulda öğrencilerin inzibatına bakan memur A.G.) Mehmet, laboratuvarına koşmak için de Rifat Hüsamettin, Akif’i hiç zorlamadılar: İmam Mustafa (Halkalı Baytar ve Ziraat Mektebi’nin İmamı)’ nın arkasında da Pasteur’ün önünde de aynı intizamla durdu; fakat aynı heyecanla değil.
Ancak Akif, o mektebe girmeseydi şu iki beyti söylemezdi:
‘O rasathane-i dünya, o Semerkand bile;
Öyle dalmış ki hurafâta o mazisiyle;
Ay tutulmuş, ‘kovalım şeytanı kalkın!’ diyerek
Dümbelek çalmada binlerce kadın, kız, erkek!’
O evde de doğmasaydı şu beyti yazmazdı:
‘Eğer çiğnenmemek isterse seylâb-ı eyyama;
Rücu etsinler artık Müslümanlar sadr-ı İslama.’
(…) Bu mektebin güzel hususiyetleri vardı: Bir defa dersler çok sıkıydı, talebeler adam olmaya mecburdular; sonra talebenin çoğu büyük refahların şımartmadığı temiz halk tabakasının çocuklarıydı. Ve bazıları da Akif gibi babasızdılar ve bu kimsesiz çocuklar birbirlerini sevmeye muhtaçtılar. Mektepte başlayan arkadaşlıkları ömürlerinin sonuna kadar sürecekti. Fazlı, Ali Rıza, Hasan. (Fazlı, Şimdi Ziraat Enstitüleri Genel Sekreteri ve Veterinerlik Fakültesinde Profesör. Ali Rıza, eski Veterinerlik Genel Müdürü, şimdi Danıştay azalığından emekli Ali Rıza Uğur. Hasan, Edirne veterinerlik müfettişi iken öldü (Akif’in arkadaşı Fazlı, Ord. Prof. Dr. Fazlı Faik Yegül (1882-1965)’dür A. G.). İşte Akif’in beraber ihtiyarladığı dostları.
Bir dostu daha vardı: Doru.
Doru Halkalı Mektebi’nin harasındaki hırçın attır. Buna yalnız Akif binebiliyor, başkaları üstünden muntazaman düşüyorlar. Ve bu at Akif’in gururu: ‘Ona sade ben râm ediyorum!’
Râm ettiği sade bu değil. Karaya da denize de sözü geçiyordu. Arkadaşlarını topluyor, Edirne’ye gitmeye kalkıyordu, tabii yürüyerek!
Çünkü ‘Edirne de, Çekmece gibi işte şuracıktaydı, nah!’
Bir mektep arkadaşı (Ali Rıza Uğur) diyor ki:
‘O, denizi gördü mü, biz de onun yüzünü görürdük.’
Ufukta başını sudan çıkaracak, karadaki arkadaşlarına gülecekti.
Yüzmek, yürümek… Dert bu kadarla kalmıyor, Halkalı Mektebi’nde bir iptilâ daha başlıyor: Şiir yazmak! Ve mektebin müdürü Baytar Miralayı Mehmet Ali Bey Akif’in içindeki bu yeni yangını körüklüyor. Çünkü Miralay da edebiyata meraklı.
Artık ‘Akif Efendi’nin gazellerine, miralay her gün şaşıyor; çocuğun şairliği de her gün artıyor.
Ancak şair olmak, fen derslerinden 20 almasına mani olmadı ve Akif, mektepten birinci çıktı.
Çıkınca da annesinin sarık hicranına teselli olsun diye sakal bıraktı. Artık Emine Şerife Hanım mesuttu.
Akif’in seciyesini en çok bu üç şey yaptı: Bu Kur’anlı ev, bu Pehlivanlı mahalle, bu müspet ilimli mektep…”
Arkadaşı Hasan ve ona verdiği söz
Akif’in Halkalı yıllarını anlatırken M. Cemal’in bahsettiği arkadaşları arasında bulunan Hasan, İslimyeli Hasan Tahsin Bey’dir. Akif, çok sevdiği bu arkadaşı Hasan ile anlaşmışlar, hayatta kalanın daha önce ölenin ailesine bakacağına dair birbirlerine söz vermişler.
Hasan Bey, Edirne’de Baytar Müfettişi olduğu sırada 1910 yılında vefat edince Mehmet Akif (daima olduğu gibi) sözünde durarak, merhum Hasan Bey’in üç çocuğunun bakımını üzerine almıştı. Bu çocukların büyüğü olan Cevdet’i Baytar Mektebinde okutuyordu. Çocuk, okulun üçüncü sınıfında iken, 1914 yılı mart ayı başlarında vefat etti. Çok çalışkan ve zeki bir öğrenci olan bu genç, daha 17 yaşında olmasına rağmen “Müntesibîn-i Tıbtan Ahmet Cevdet” imzası ile “fennî ve sıhhî” makaleler yazmıştı.
Akif’in oğlu Emin Ersoy, hatıralarında bu çocuklardan birisi olan Süheyla hakkında şunları yazmıştır:
“Mehmet Akif’in bilahere Ankara’da, o zamanlar Balıkesir eşrafından Yüzbaşı Hayrettin Bey’e verdiği Süheyla Hanım isminde bir evlad-ı manevisi de ablalarım ile birlikte (Ankara’ya) gelmişti. Bu kızcağızı küçüklüğümde öz hemşirem sanırdım. Hasan Tahsin Bey namında babamın pek samimi arkadaşlarından bir zatın kızı olan Süheyla Hanım’ın pederi ölmüş, babam da bu çocuğu evimize almış, onun tahsil ve terbiyesi ile bizzat alakadar olmuş, neticede Süheyla ablam Darülmuallimât’ı ikmal ettikten sonra Darülfünun’u da bitirmişti. Ben alfabeyi ve ilk tahsilimi ondan öğrendim…”
“İşte o sıralarda (Akif’in eşi ve çocukları, diğer ailelerle birlikte güvenlik nedeniyle Ankara’dan Kayseri’ye taşınmışlar; Sakarya Zaferi’nden sonra tehlike geçince tekrar Ankara’ya gelmişlerdi. A.G.)kendisinden daha önce bahsettiğim Süheyla ablam, babamın manevi evladı. Ankara’da gelin oldu. Babam onu bilahare Balıkesir mebusluğuna seçilen Hayrettin (Karan) Bey’e verdi.”
Ersoy ailesinin Süheyla Hanım ve eşi Hayrettin Karan Bey ile ilişkileri sonraki yıllarda da devam etmiştir. Akif’in torunu Selma Argon Hanım’ın ilk eşi İlker Türkozan ile nikâh töreni Süheyla-Hayrettin Karan çiftinin Ankara’daki evlerinde yapılmış; Süheyla ve Hayrettin Karan, çiftin nikâh şahitliğini yapmıştır.
KAYNAKLAR
AYAS, N., “Mehmed Âkif, Zihniyeti ve Düşünce Hayatı”, E. Edip, Mehmed Âkif Hayatı, Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları, Hazırlayan: F. Gün, Beyan Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2011. s. 489-541.
CEMAL, Mithat, Mehmet Akif, (Hayatı-Seciyesi- Sanatı), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1990.
ÇANTAY, H. Basri Âkifnâme, Mehmet Âkif, Erguvan Yayınevi, İstanbul, 2008.
DOĞRUL, Ö. R., “Mehmet Akif’in Hayatı”, M. Akif Ersoy Safahat, Dördüncü Baskı, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1955.
DÜZDAĞ, M. Ertuğrul, Mehmet Akif Ersoy, Kapı Yayınları, İstanbul, 2013.
E. Edip, Mehmet Akif Hayatı ve Eserleri, İstanbul, 1960.
ERİŞİRGİL, M. E., İslamcı Bir Şairin Romanı Mehmet Akif, Yayına Hazırlayanlar: A. Kazancıgil, C. Alpar, Nobel Yayınevi, 3. Baskı, Ankara, 2006.
GÜLER, A., Bayraklaşan Akif, Halk Kitabevi, İstanbul, 2016.
KUNTAY, M. C., Mehmet Akif, (Hayatı-Seciyesi- Sanatı-Eserleri), 1. Kitap, İstanbul, 1939.
KUNTAY, M. C., Mehmet Akif, 2. Baskı, İş Bankası Yayınları, Ankara, 1990.
ŞEHSUVAROĞLU, L., Mehmet Âkif: Milli Şairin Baytar ve Muallim Olarak Portresi, Ankara, 2013.
TANSEL, F. A., Mehmet Akif Ersoy (Hayatı ve Eserleri), 3. Baskı, Polat Ofset, Ankara, 1991.
BİTTİ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.