Diyanete düşen görev
Türkiye’nin bu kadar meselesi arasında, bir de mukaddes dinimizi kullanarak, ahlaksızlık, kepazelik yapan şerefsizlerle uğraşıyoruz. Konunun tartışılması ile birlikte bu alanda büyük bir çürümenin olduğu, hem inancımız, hem sosyal hayatımız, hem de ülkemizin bekası açısından çok tehlikeli gelişmelerin yaşandığı anlaşıldı. Daha doğrusu zaten biliniyordu, bir defa daha gündeme geldi. Cemaat veya tarikat kisvesi altında FETÖ benzeri yapılanmaların yanı sıra, istismar ve akla gelebilecek her türlü yanlışın, ahlaksızlığın, sapkınlığın ciddi biçimde zemin bulduğunu ibretle görüyoruz. Din adına, Fatih Nurullah takma adını kullanan şeyh görünümlü sapıklardan tutun, aile, millet, kültür ve hatta ülkemize ciddi tehdit oluşturan bir sürü şeref ve haysiyet yoksununun mahalle aralarında mevzilendikleri ve milletimizin temiz duygularını istismar ederek, kendilerine bir alan açtıkları artık gizlenemez bir gerçek olarak karşımızdadır.
YANLIŞA NASIL MÜDAHALE EDİLECEK?
Hiç kimsenin itiraz edemeyeceği, dürüst, samimi, ülkesine ve milletine bağlı yapıların da çok rahatsız oldukları bu duruma daha fazla seyirci kalınamayacağı muhakkaktır. Sorun bu yanlışa kimin ve nasıl müdahale edeceği, hangi tedbirlerin alınacağıdır. Anayasa’mız ve kanunlarımıza göre suç teşkil eden fiillere karşı ne yapılacağı açıktır. Bütün mesele uygulamanın nasıl yapıldığı ve yapılacağındadır ve resmi kurumlarımıza düşen görevlerdir. Polis ve adli konular ayrı bir konudur ve bu konuda da yapılacak çok şeyin, alınacak çok tedbirin olduğunu görüyoruz. Söz konusu mukaddes dinimiz olunca elbette ilk akla gelen Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Toplumu din konusunda aydınlatma görevi 633 sayılı Kanun’la, Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir. Diyanetin elbette polisiye bir görevi yoktur. Ancak sapkın yapılanmalara alan açılmaması için de, toplumun din adına bütün beklentilerinin tam ve eksiksiz biçimde karşılanması gerekir.
CUMA HUTBESİ
Diyanet İşlerimiz elbette bir şeyler yapıyor. Mesela dün camilerimizde okunan cuma hutbesi çok güzel, çok isabetliydi. Bir hadis-i şeriften bahsedildi ve sözlerin en doğrusunun, Allah’ın kitabında, yani Kur’an-ı Kerim’de, rehberliğin en güzelinin de Peygamber Efendimizde olduğu anlatıldı. Yüce dinimiz İslam’ın, insana Rabbini tanıtmak, varoluş gayesini bildirmek, dünya ve ahiret saadetini temin etmek için gönderildiği anlatıldı. Müminlerin öteden beri bu değerlere sımsıkı sarıldığından, bu kurallara uyarak İslam’ı doğru anlamak, doğru anlatmak ve doğru yaşamak için gayret gösterdiklerinden bahsedildi.
DURUM TESPİTİ
Bu değerlendirmeden sonra da, bugünkü durumla ilgili tespitler yapıldı. “Ne var ki hak, hakikat ve istikamet dini olan İslam’ı, dünyevi çıkarları uğruna istismar etmeye çalışanlar da dünden bugüne var olagelmiştir. Din istismarı, dinin manevi otoritesini kullanarak maddi kazanç, güç, şöhret ve makam elde etmektir. Dini istismar edenler, Allah’la ve Peygamberimizle görüştüklerini iddia ederek insanların iradelerini teslim almaya yeltenir. Hatasız ve masum oldukları yalanıyla kendilerini hakikatin yegâne temsilcisi gibi göstermeye çalışır. Sözde keramet ve rüyalarla, bidat ve hurafelerle saf Müslümanları yönetmek ister. Şifa dağıtma, kısmet açma vaadiyle insanların çaresizliklerinden menfaat devşirir. Bilhassa gençleri hedef alarak toplumun heyecanını, hayal ve ideallerini, dinî inanç ve duygularını sömürür. Din istismarcıları, kendileri gibi düşünmeyenleri dışlar, mutlak itaat göstermeyenleri ötekileştirir hatta tekfir eder. Kendilerine kayıtsız şartsız bağlılığı şart koşarak aile, millet, kültür ve kimlik bağlarını zayıflatır. Menfaati uğruna yalanı, ikiyüzlülüğü, hırsızlığı, şantajı, şiddeti meşru görür. Sonuçta hem kendisi sırat-ı müstakimden sapar, hem de başkalarını saptırır” denildi.
DOĞRU AMA EKSİK
Buraya kadar söylenenler bir durum tespitidir ve nasıl bir sorunla karşı karşıya olduğumuzun ifadesidir. Sonrasında söylenenlerin de doğru, ancak eksik olduğu kanaatindeyim. Denildi ki; “Din istismarı karşısında her birimize düşen, ferasetli ve basiretli davranmaktır. İstismar hareketleriyle, samimi gayretleri birbirinden ayırt etmek için teyakkuzda olmaktır. Yüzyıllardır bu topraklarda dinî hayatımızı besleyen güçlü ve güvenilir maneviyat damarlarımızı tanımaktır. İslam’ı tahrif ve istismar etmek isteyenlerin bir amacının da köklü Anadolu irfanına zarar vermek olduğunu unutmamaktır. Şu da bir gerçektir ki inancı ve dinî değerleri üzerinden insanları aldatmak nasıl din istismarı ise iftira, hakaret ve ithamlarla Müslümanların tamamını zan altında bırakmak, İslam hakkında korku ve nefret oluşturmak da aynı şekilde din istismarıdır.”
HERKES DİN ALİMİ DEĞİL
Hepimize görev düşüyor da, her vatandaş bir din alimi değil. Neyin istismar, neyin gerçek olduğunu herkes anlayacak birikime sahip olsa, zaten bu sahtekârlar bu kadar ileri gidemez. Yapılan tavsiyeleri hayata geçirmekte, tedbir almakta, yanlışı ayıklamak doğruyu öğretmekte herkesten önce Diyanete görev düşüyor. Diyanetimiz teyakkuzda olursa insanı aldatanları da, Müslümanları tanımadan zan altında bırakanları da daha iyi anlarız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.