‘’Türkiye’nin İstikrarı, Seçimden Sonra Kürtler ile Yeniden Masaya
‘’Türkiye’nin İstikrarı, Seçimden Sonra Kürtler ile Yeniden Masaya Oturmaktan Geçermiş !’’
Cumhurbaşkanı recep Tayyip Erdoğan’ın, Suriye dış politikası ile ilgili sıkça tekrarladığı ve olmasını istediği 4 ana başlık vardı.
Esad rejiminin devrilmesi, Esad’ sız bir Suriye’nin oluşması.
Eğit-Donat projesi
Güvenli Tampon Bölge
Uçuşa Yasak Bölge ( No Fly Zone)
Malumunuz üzere 4 yılı bulan Suriye iç savaşında, Esad/Rejimi devrilmemiş, yıkılmamış, Rusya ve İran’ın da verdiği destekle daha da güçlenerek, muhaliflere karşı savaşını sürdürmektedir.
Diğer bir konu olan Eğit-Donat konusu ise; malumunuz üzere ABD Başkanı Obama’nın açıklamasıyla tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır.
Diğer bir konu Uçuşa Yasak Bölge ise; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istediği anlamda gerçerkleşmese bile kısmen devreye sokulmuş ancak Rusya’nın, hava operasyonlarına başlaması ve sürece dahil olması ile birlikte, Rus ve Suriye uçaklarının hava sahasında yoğunlaşarak, bir anlam da uçuşa yasak bölgeyi Rusya oluşturmuştur.
Tampon Bölge konusuna gelecek olursak; Suriye’nin Kuzeyinde bir tampon bölgenin oluşturulmasını ve Suriyeli mültecilerin buraya yerleştirilmesi, buranın güvenliğinin ise dikkat ediniz lütfen ! ‘’Türk askerinin ve istihbaratının desteği ile Suriyeli muhalifler tarafından sağlanması’’ idi. Peki Suriyeli muhalifler kimlerdi ? Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), Partiya Yekineya Demokratik (PYD), Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvanü'l-Müslimin) ve diğer daha küçük boyutlardaki silahlı muhalif taraflar. Dolayısı ile ABD’nin, AB’nin de desteklediği PYD/YPG terör örgütü yani PKK’dır.
Batı’nın konuya ilişkin açıklamaları:
Bakınız bu konuda 27.10.2014 tarihinde ABD’li gazeteci Aliza Marcus, ‘’ ‘YPG, ABD için iyi bir müttefik’ başlıklı makalesinde; ‘YPG çok iyi savaşıyor. ABD, IŞİD’le savaşta YPG’nin güvenilebilir bir müttefik olabileceğini gördü. Tüm bunlar ABD’yi YPG’nin mücadelesini desteklemeye itti’’ açıklamasını yapmıştır. ABD Dış İşleri Bakanı John Kerry ise 20.10.2014 tarihinde ; Endonezya ziyareti sırasında gazetecilere yaptığı açıklama da Kürtlere havadan yapılan silah desteğine ilişkin olarak, "Türkiye'ye bunun politika değişikliği olmadığını anlattık" diyerek PYD/YPG’yi desteklemelerinde her hangi bir değişikliğin olmadığını ifade etmiştir. Bununla da kalmamış 10 Nisan 2015’ de; Kobani’nin, PYD’nin eline geçmesinden sonra Almanya’da faaliyet yürüten yardım kuruluşu Heyva Sor, PYD’ye 6 ambulans ve 1 gezici sağlık aracı gönderdi. Almanya’nın PYD’ye gönderdiği ambulans ve gezici sağlık aracının Suriye’ye Türkiye üzerinden gönderdiği öğrenildi. Almanya’dan PYD’ye yardım getiren Haci Şêxmûs, “Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonrada Almanya halkı olarak PYD’nin yanında olmaya devam edeceğiz” dedi.
13 Eylül 2015’de ise Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier'den Türkiye'ye Kürt sorunu ve PKK ile mücadele konusunda uyarı niteliğinde bir açıklama gelmiş, Frankfurter Rundschau gazetesinin internet sayfasında yer verdiği ve Funke Medya grubuna açıklamalarda bulunan Steinmeier, ‘’Türkiye’nin Kürt sorununda aşırı tepki vermemesi gerekir. Türkiye’de bittiği sanılan çatışmaların yeniden ve tüm şiddetiyle geri dönmüştür.’’ demiştir.
PYD/YPG ile ilgili desteklerini esirgemeyen ülkeleri örneklendirecek olursak sanıyorum bir başka makale yazmak icap edecektir. Ancak bir de Suriye’de ve bölgede perdenin gerisinde bulunan ve bölgesel çıkarları sebebiyle kıyasıya çatışan ve müthiş bir şekilde diplomasi atakları yapan ülkeler vardır.
Suriye’de; Türkiye’nin de içinde bulunduğu Diplomatik savaş veren baş aktörler:
Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere, Fransa, Rusya, Çin, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, İran, İsrail ve kıısdmen de olsa Avrupa Birliği (AB).
ABD, İngiltere ve Fransa taraflardan bir tanesini oluşturuyor. 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması ile 30 yıl müddetle Suriye'yi sömürgesi olarak demir yumrukla yöneten, Fransız kültürünü Suriye halkına empoze eden ve neredeyse devlet dilinin halen daha Fransızca olarak devam ettirilmesine neden olan Fransa, her ne kadar "Batı dünyası" blokundaysada, Suriye konusunda Libya kadar kesin tavır koyamadı ve tam olarak da tarafını belirleyemedi.
Suriye'deki Fransız mirasından dolayı Fransa, hem Esad'ın tarafını tutuyor, hem de ABD ve İngiltere'ye destek çıkmaya çalışıyor. Bu nedenle de Rusya-Çin bloku ile ABD-İngiltere bloku arasında kaldı ve ezilmekle karşı karşıya. Kimyasal silahlar konusunda Rusya'nın önerisini "Kurtuluş reçetesi" olarak gördü ve hemen BM Güvenlik Konseyine taşıdı. Bu manevrası ile her iki bloka da yaranmayı hedefliyor.
Suriye şu anda tam bir satranç tahtası konumunda. Üzerinde diplomasi satrancı oynanıyor ve taraflardan birisi illaki kaybedecek. Bu savaşın yıllarca devam etmesine ne can dayanacak ne de para yetecek.
Kendi başına bir taraf olan İsrail'i Suriye'deki rejim değişikliği çok ilgilendiriyor. Adeta ölüm kalım meselesi İsrail için bu konu. Eğer Müslüman Kardeşler zaman içinde hem Suriye'de hem de Mısır'da iş başına gelirlerse, İsrail'in uykuları kaçacak ve geceleri uyuyamayacak. Bu nedenle de Esad hükümetinin veya da kötünün iyisi olarak yeni bir Nusayri yönetiminin iş başında kalmasını ÖSO'nun galibiyetine tercih ediyor.
Rusya ve Çin diğer güçlü bloku oluştururken, perde arkasından İran hem bu bloku destekliyor, hem de Esad rejimine tam destek veriyor. 13 Eylül 2013 Ata ATUN ‘’ Suriye’de Çatışanlar Kimler’’
AB/Almanya’nın saha da varlığını gösterme çabaları ve Türkiye’ye dayatmaları:
Suriye’nin kuzeyinde tampon bölge oluşturulamadı fakat Suriyeli mülteci akınından dolayı son derece (ekonomik/güvenlik/sosyolojik) rahatsızlık duyan AB/Almanya, bu durumu kendine kullanarak gerçekleştirdiği hamleler ve dayatmaları sonucu ‘’Türkiye’yi AB’nin Tampon Bölgesi’’ haline getirmeyi başarmıştır.
Belçika’nın başkenti Brüksel’de toplanan AB liderler zirvesinde ana gündem maddesini mülteci krizi ve mülteci krizinden kaynaklanan Avrupa ülkelerine olan akının kesilmesi konusu tartışılmış ve şu ortak karar alınmıştır. Financial Times muhabiri Alex Barker’in anlatımıyla; ‘’Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, otoriter eğilimlerini bir kenara bırakacak ve göçmenler konusundaki yardımına karşılık, Ona siyasi hediyeler teklif edilecek.’’
‘’Siyasi Hediyeler’’ nedir konusuna gelmeden evvel, isterseniz 18 Ekim 2015 günü İstanbul’ da gerçekleştirilen mülteci krizi (Flüchtlingskrise) üzerinden Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in görüşmeleri sonucunda ortak basın açıklamalarının detaylarına bir göz atalım isterim. Çünkü dün itibari ile her iki liderin yapmış olduğu açıklamanın altında gerek AB liderler zirvesinde alınan karar bütünlük arz etmekte ve her iki liderin beklentileri ise farklı olduğu ortadadır.
Mültecilerin ( Türkiye, Suriyeli ve Iraklı’lara misafir vurgusu yapmaktadır. Mülteci, Sığınmacı, Göçmen, Misafir konuları ayrı ayrı incelenmesi gereken bir konudur.) Türkiye üzerinden Yunanistan ve Bulgaristan’a, dolayısı ile Avrupa topraklarına geçişinin önlenmesi…
Geçiş yapan özellikle Suriyelilerin Türkiye’ye iadesi. ( 2013 yılında Türkiye geri Kabul Anlaşması’nı imzalamıştır.)
Mültecilerin, Türkiye sınırları içerisinde kurulacak kamplarda barındırılması…
Türkiye’ye giriş yapmış olan tüm mültecilerin kayıt altına alınması…
Türk sahillerinde ve karasularında devriye için Ankara hükümetinden onay talebi. ( Bu denetim, Avrupa Sınır Güvenliği (Frontex) ve Avrupa Polisi (Europol) ile kara, deniz ve hava sahalarımız da yapılacak olması ve yabancı askerlerden sonra yabancı polis ve güvenlik güçlerinin de konuşlandırılması…)
İnsan kaçakçılarıyla mücadele…
Geri dönüş operasyonlarının ise acilen güçlendirilmesi…
Görüş ayrılıkları/Farklı beklentiler/Haddini aşan açıklamalar karşısındaki acziyet :
Esasen AB/Almanya’nın dünkü görüşmede ele aldığı ve vurguladığı konular bu esaslar çerçevesinde ancak Türk hükümeti adına Sayın Davutoğlu’nun açıklamalarına bakıldığında adeta ‘’Göçmen krizi’’ üzerinden AB ile çok ciddi ve Türkiye açısından ‘’Zafer’’ niteliğinde anlaşmalarda mutabakat sağlandığı ve her iki ülkenin bakanlıklar seviyesinde görüşmeleri ve anlaşmaları devam ettireceği konusunda görüş beyan etmesidir ki Türkiye, AB/Almanya’nın bu karar ve dayatmaları ile adeta mülteci barınağı diğer bir ifade ile (üzülerek yazıyorum) Avrupa’nın Tampon Bölgesi haline getirilecek olmasıdır.
Oysa ki aynı görüşme de Sayın Davutoğlu’nun, ana konusu Suriye ve mülteci krizi ile ilgili yapılan görüşmenin sonunda basına yaptığı açıklama da ; ‘’Türkiye ile Avrupa Birliği arasında göçmenler konusunda büyük görüşmeler yapıldı. Sayın Merkel ile de birlikte bir eylem planı konusunda attığımız adımları takdir ediyorum.
Biz Türkiye olarak insan kaçakçılığına karşı birlikte çalışmaya hazırız.
Bu çerçevede Türkiye olarak 4 konuya önem veriyorduk.
Göçün külfet paylaşımı konusunda adil bir yaklaşımın olması. Külfet ikinci dereceden önemli. Türkiye bu konuda yalnız bırakılmıştır. Sayın Merkel ile yaptığımız ikili görüşmelerde girilen yeni dönemden memnunuz.
On yıllardır süren vize konusundaki görüşmelerin nihayete ermesidir. Geri kabul anlaşması göçü yasal olarak çözer.
2017 için planlanan Schengen konusunu 2016 içinde tamamlayabilmek için ciddi bir çaba sarf ediyoruz. Umut ediyoruz 2016 Temmuz ile birlikte hem geri kabul anlaşması hem de Schengen anlaşması devreye girer.
3. boyutu ise bu krizden biz Türkiye –AB ilişkilerine yeni bir vizyon üretilebilir miyiz? Beklentimiz ahde vefa ilişkisi doğrultusunda AB sürecine yeni bir soluk gelmesidir.’’ açıklamasında bulunmuştur.
Sayın Davutoğlu; Uluslararası ilişkilerde ‘Ahde Vefa’ kavramını vurgulayarak kendi ve yönettiği devletini Osmanlı İmparatorluğu sanmaya ya da inandırmaya devam ediyor anlaşılan. Türkiye Cumhuriyeti Devletini yanlış Suriye politikası üzerinden uluslararası arena da sadece yalnızlaştırmadınız aynı zamanda da itibarsızlaştırdınız. Ahde Vefa kavramını uygulayabilmeniz için ‘Oyun Kurucu Devlet’ olmanız gerekir ki bu bölge de AKP hükümetlerinin ‘Oyun Kurucu’ dış politikasının sonucunda Türkiye’nin geldiği durum içler acısıdır.
Angela Merkel’in açıklamalarına baktığımızda ise daha çok Almanya’nın çıkarlarının öne çıktığını ve Brüksel’deki AB Liderler zirvesinde alınan kararlar doğrultusunda gerçekleştiğini görmekteyiz.
Ayrıca Almanya şansölyesi Angela Merkel’in, bırakın Türk-Alman ilişkilerini ve Ahde-Vefa kavramını işlemeyi, tamamen çıkarlarını ön plana taşıdığını ve ‘’Ortak çıkarlarımız var. Almanya her şeyden önce istikrarlı bir Türkiye’nin oluşmasını istiyor. İstikrarsızlık istemiyoruz. Seçimlerden sonra Kürtlerle yeniden barışma konusunun gündeme gelmesini istiyoruz.’’ diyerek, hem küstahlığını, hem de açıkça PKK/HDP/PYD/YPG kısacası Türkiye’nin baş belasını koruduklarını ve korumaya da devam edeceklerinin vurgusunu yapmıştır.
Stratejik Derinlik mimarı ve Kasabın Bıçağına her seferinde yatmaktan kendini alamayan Celladına aşık olmuş Ahmet Davutoğlu; Merkel’in bu açıklamaları ve tutumu karşısında, ne yaptığını bilen bir hükümet ve iktidarın başı olmuş olsa idi Almanya Şansölyesi Angela Merkel’e haddini bildirebilirdi elbette. Ancak 13 yıldan bu yana gayri milli yönetimler ve politika gerçekleştiren/uygulayan AKP hükümetlerinden bu tavrı beklemek bir Türk Milliyetçisi olarak hakkım olmuş olsa da Ütopik olmuş oluyor…
Angela Merkel’in bu ifadeleri, Türkiye’nin PKK terör örgütü ile yapmış olduğu mücadelesini, Kürtler ile yapılan bir savaş ve PKK’nın da Kürtlerin temsilcisi olarak sunmuş ve dolayısıyla seçimlerden sonra da Kürtler ile ‘’Barış’’ yani yeniden ‘’Çözüm süreci’’ nin devamına ve masaya oturulmasına vurgu yapmıştır.
Sayın Ahmet Davutoğlu’nun, Angela Merkel’in bu haddini aşan ifadeleri karşısında susuyor olması ve bu açıklamayı düzeltmemiş olması, yapılan açıklamayı partisi/iktidarı ve Recep Tayyip Erdoğan adına kabullendiğini ve desteklediğini göstermektedir. !
AB Liderler zirvesinden çıkan Siyasi Hediyeler :
Kısaca inceleyecek olursak;
Avrupa/AB, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın , ‘ikinci tek adam’ ya da ‘Ümmet düşünü totaliter İslamcı Başkan’lık eğilimlerini bir kenara bırakacak. ( Recep Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi Buzdolabına koyacak)
Türk siyasilerin (?) , AB liderleriyle toplantılar yapmalarına izin verilecek.
14 Ekim’de yayınlanması gereken AB İlerleme Raporu’nun açıklanmasının ertelenmesi. ( Demokrasi karşıtı uygulamaların ciddi anlamda eleştirildiği rapor)
Bu raporun; 1 Kasım 2015 öncesi AKP ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oy kaybına uğramaması için Buzdolabına kaldırılması. ( Ucu açık)
Türkiye’nin , güvenli ülkeler listesine eklenecek olması. Bu listede Türkiye’nin yer alacak olması ile AB’nin Türkiye’den gelebilecek muhtemel mülteci/sığınmacı taleplerini böylelikle kabul etmeyeceği.
Vize muafiyetinin hızlandırılması ancak net bir adımın atılmadığı.
AB ile müzakerelere devam edilip, kısacası 17-23-24. Fasılların açılması ‘’Enerji, ekonomik ve parasal politikalar, dış işleri, güvenlik ve savunma politikaları, eğitim ve kültür, yargı ve temel haklar,adalet, özgürlük ve güvenlik.’’
Suriyeli mültecilerin Türkiye’de barındırılması ve külfiyetin karşılanması konusunda finansman desteği. AB 3 milyar € ödemek istemektedir, şimdiye dek Suriyeli ve Iraklı mültecilerin (misafirlerin) barınma,sağlık,iaşe ve tüm konulardaki yapılan harcamanın yani Suriye ve Irak’taki olayların şimdiye dek Türkiye’ye maliyeti 17 Milyar dolar. Sadece Suriyelilerin Türkiye’ye getirdiği yukarıda belirttiğim maliyeti ise şimdiye dek 7.6 milyar dolar.
Görülmektedir ki ; yanlış Suriye/Ortadoğu politikasının ve devam ettirilen politikanın, Türk devletine maliyeti hayli yüksektir. AB fonundan, ki bu fon Türkiye’ye ayrılan fon mudur ? o da muamma, verilecek 3 milyar € tabiri caizse devede kulak misalidir.
Özetleyecek olursak; 18 Ekim 2015’te gerçekleştirilen ana konusu Suriye ve mülteci/sığınmacı krizleri üzerinden yapılan başta AB liderler zirvesinde alınan kararlar ve bu kararların dayatmacı bir şekilde küstahça tanımlanması doğrultusunda yapılan ikinci görüşmede maalesef Türkiye, 13 yıldan bu yana gayri milli dış politika ile AB’nin özellikle Almanya’nın dayatmalarına maruz kalmıştır. Ayrıca bu görüşmelerden çıkan ortak kanı ise farklı beklentilerin çıkmış olmasıdır.
AB’nin başını çektiği ana lokomatif olan Almanya’nın , Türkiye’nin açık sınır siyasetine son vermesini istemektedir. Angela Merkel'in ana hedefi, Almanya'ya doğal olarak Avrupa’ya mülteci akınını durdurmaktır.Bu akının Almanya’ya getireceği Ekonomik/Sosyolojik/Güvenlik gibi ciddi sorunların farkındadır. Arap milliyetçiliği ile yetişmiş bir halkın Almanya’ya dolayısı ile Avrupa’ya uyum(Entegrasyon) sağlaması düşünelemediği gibi asimilasyonu için de uğraşacak ve uygulayacak politikası yoktur. Bu yüzden de Türkiye ile işbirliğine ihtiyaç duymaktadır. Bu bağlamda mültecilerin Türkiye'ye girişlerinin zorlaştırmasını istemektedir , çünkü Türkiye hala ‘’açık sınır siyaseti’’ uygulamaya devam etmektedir. Özellikle Suriye/Irak vatandaşlarına ve birçok Arap ülkesine vize uygulamamaktadır. Dolayısı ile Türkiye’nin bu tutumu Almanya’yı bir çok konuda özellikle ekonomik ve güvenlik boyutunda endişelendirmektedir..
AB’nin mülteci krizinden kaynaklanan sorunu gayri milli yaklaşımlar neticesinde yanlış politikalar ekseninde devam ettiren AKP hükümetlerinin , Türkiye’yi getirdiği durum AB’nin mülteci barınağı ya da başka bir ifade ile AB’nin tampon bölgesi olduğu gerçeğidir.
Batı’nın/Avrupa’nın/AB’nin yıllardan bu yana, Türkiye’ye karşı tutumu , çifte standardı ve Türkiye’ye, Türklere olan hasımhane tutumu sonucunda, ‘’Türkiye’nin PKK terör örgütü ile yapmış olduğu mücadelesini, Kürtler ile yapılan bir savaş ve PKK’nın da Kürtlerin temsilcisi olarak sunmuş ve dolayısıyla seçimlerden sonra da Kürtler ile ‘’Barış’’ yani yeniden ‘’Çözüm süreci’’ nin devamına ve masaya oturulmasına yönelik yaklaşımları, bu yaklaşımlara ve açıklamalara ise Türkiye’yi yöneten gayri milli iradenin ses çıkarmayışının ise ne yazıkki AB’nin tutumunu benimsediğini ve desteklediğinin bir göstergesidir.
Sonuç itibari ile gerek Recep Tayyip Erdoğan/ Ahmet Davutoğlu gerekse de Angela Merkel, Suriye ve Suriyeli mülteciler krizi konusunda bir araya gelerek, esasen kendi ülkelerindeki iç siyasete yönelik mesajlar içeren kararlar almışlardır. Bu alınan kararlar ne Türkiye’nin AB yolunda ne de diğer konularda yeni bir olumlu gelişmeler değildir.
Çıkarlar ve menfaatler söz konusu olduğunda Almanya ne demokrasiyi ne de Özgürlük kavramlarını düşünür. Recep Tayyip Erdoğan’ın da dediği gibi buzdolabına alır ve çıkarları doğrultusunda size yaklaşarak önce siyasi hediyeler adı altında bir takım özgürlükler sunar ama temelinde ise sizi adım adım işgal eder , bu Batı’nın özellikle Kapitalist Küresel güçlerin izlemiş olduğu yollardan sadece biridir…
Ömer Kalaycı
İstanbul- 19 Ekim 2015
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.