TOPLUMLARI EĞİTİM ŞEKİLLENDİRİR
Almanya iki dünya savaşından yıkımla çıkmakla birlikte yeniden kalkınmış bir sanayi devi olarak karşımıza çıkıverdi. Bir toplum için bu durum takdire şayandır. Ancak ortaya çıkan sonucun mutlaka toplumsal bir karşılığı yani sosyolojik hatta felsefi boyutu vardır.
Düşünce tarihine kuşbakışı olarak göz attığımızda; filozofların düşünceleriyle içinden çıktıkları toplumu etkilediklerini ve içinden çıktıkları toplumdan etkilendiklerini görüyoruz.
Örneğin Kuzey Afrikalı olan Arap-Berberi sosyal ikliminde yetişen sosyolojinin kurucusu olduğu mahzenden çıkarılarak kabul edilen İbn Haldun devletlerin hayatı için “Devletler doğar, yaşar, büyür ve ölür.” yargısında bulunuyor. Bugünkü Özbekistan’ın Farab şehrinde doğan ve isminin bu şehirden alan Türk filozofu Farabi ise “Devlet ebed müddettir.” (Devlet sonsuz ve sınırsızdır.) tespitinde bulunuyor.
Bu yargıları Türk ve Arap toplumlarının devlet tecrübeleri ışığında değerlendirdiğimizde Arapların İslam dininin inmesinden önce hatırı sayılır bir devlet kuramadıklarını, Türklerin ise hanedanlar değişse bile illa bir devletleri olduğu gerçeği ile karşılaşırız. Demek oluyor ki filozofların görüşleri, içinde yaşadıkları toplumdan etkileniyor.
Alman filozofu Immanuel Kant, yaşadığı Königsberg (Kalliningrad) şehrinden geçen Vistül ırmağının üzerinde kurulu olan köprülerden birinden nehre düşen genç bir kızı misal göstererek kendi ahlak felsefesini kurar. Kant’a göre eğer bir Alman delikanlısı bu kızı kurtarırsa salt bu eyleminden dolayı ahlaklı bir eylemde bulunmuş olamaz. Delikanlı kızı tavlamak niyetiyle nehre atlarsa bizatihi ahlaksız bir eylemde bulunmuş olur, eğer kızın babası zenginse ve o genç bu zenginlikten fayda sağlamak amacı ile nehre atlarsa yine bizatihi ahlaksız bir eylemde bulunmuş olur, eğer delikanlı meşhur ve kahraman olmak için nehre atlarsa yine bizatihi ahlaksız bir eylemde bulunmuş olur.
Fakat genç bir insan, bir yurttaş nehre düştü ve boğulmak üzere onu kurtarmak benim insanlık ve yurttaşlık ödevimdir diye düşünerek nehre atlarsa işte o zaman ahlaklı bir eylemde bulunmuş olur. Bu eylemin sonucunda kızı tavlasa veya kızın babasından maddi bir menfaat sağlamış olsa veya meşhur bir kahraman olsa bu eylem yine de ahlaki ve saygı duyulması gereken bir eylem olarak kalacaktır. Hatta bu eylemin sonucunda kızı kurtaramasa dahi ahlaklı ve saygı duyulacak bir eylemde bulunmuş olur.
Kant’ın ödev ahlakı görüşünün örneklendirildiği bu anekdot hem Kant’ın içinde yaşadığı Alman toplumundan etkilenmesini hem de Alman toplumunu etkilemesini gözler önüne sermektedir. Bu sebeple savaş sonrasında Almanlar pilav tanelerini bile israf etmeden yemek yediler, in cin top oynayan mekânlarda bile kırmızı ışıkta durmayanları polise şikâyet ettiler.
Şüphesiz bu felsefe Alman eğitim sistemi içinde yer bulmuş ve kuşaklar bu eğitim anlayışıyla yetiştirilmişlerdir.
Biz ise eğitimde liyakat unsurunu bile dikkate almamakta, hatta hak etmeyen ama iktidar yanlısı olanların mevki, makam sahibi olduğu toplumsal ülkülerin ihmal edildiği bir eğitim düzeni ile yetiştirildiğimiz için YGS sınavında 15.000 öğrencimizin sıfır çektiği bir toplum inşa etmekteyiz.
Atatürk “Türk öğün, çalış, güven.” diyerek bizlere bu nevi milli bir ülkü vermeye çalıştı.
Biz ise andımızı kaldırdık. Atatürk’ün yeni, çağdaş ve güçlü bir toplum inşası projesine resmi ideoloji diyerek burun kıvırdık.
Birlikte yaşayacak mutlu bir toplum bina edecek olan öğretmenlerimizin ise elini kolunu bağlayıp, eğitim sistemimizin ise kolunu bacağını tırpanladık.
Bu şartlarda öğretmenler günümüz kutlu olsun.
Halil KONUŞKAN
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.